Metal işçileri imkânsızı başardı
Metal işçileri adeta imkânsızı başardılar ve grev yasaklarını çöpe attılar. Grev erteleme kararlarına karşı fiili ve meşru mücadele anlayışıyla yürütülen grevler Türkiye sendikal hareketi açısından bir dönüm noktası.
Metal işçilerin büyük mücadelesi ve başarısını gündemin yoğunluğu içinde daha önce ele alamadım. Bu başarının hakkı teslim edilmeli. Metal işçilerinin hukuksuz bir kararla ertelenen (aslında yasaklanan) grevlerini yasağa rağmen sürdürmesi son dönemlerin işçi ve sendika mücadelesinin önemli dönüm noktalarından biridir. Ba tarihi dönüm noktası sendikal mücadele açısından büyük derslerle doludur. Birleşik Metal-İş sendikası üyesi metal işçileri neyi başardı?
Bilindiği gibi Türkiye’de grev erteleme mekanizması 12 Eylül 1980’den sonra adeta bir yasak mekanizmasına dönüştü. Grevler “erteleme” adı altında yasaklanmaya başladı. AKP bu 12 Eylül uygulamasını büyük bir iştahla sürdürdü. Yasal düzenlemeyi değiştirmedi. Dahası erteleme adı altında bütün kritik ve önemli grevleri yasakladı.
AKP döneminde Türkiye’de büyük patronların işyerlerinde neredeyse hiç grev yapılamadı. Ne zaman Sabancı, Koç veya Şişecam gibi grupların işyerlerinde grev gündeme gelse AKP hükümetleri imdada yetişti ve grevleri yasakladı. Küçük ve etkisiz grevlere göz yumulurken büyük patronların şirketlerindeki grevler bu patronların talebi doğrultusunda yasaklandı.
AKP’NİN KARA GREV SİCİLİ
Yasaya göre grevler milli güvenliği ve genel sağlığı tehlike attığı için ertelenebiliyor ama uygulamada bunun bir kılıf olduğu biliniyor. Büyük patronlar hükümetten rica ediyor. Hükümet de grevleri erteleme adı altında yasaklıyor. Bu uygulama AKP hükümetleri döneminde ayyuka çıktı. AKP hükümetleri hiçbir büyük patronun ricasını kırmadı ve işçilerin grevlerini yasakladı. Öyle ki AKP döneminde (22 yıl) grev hakkını kullanabilen işçi sayısı 90 bin civarında kalırken grevi yasaklanan işçi sayısı 200 bine yaklaştı. AKP, adeta bir grev yasaklama partisine dönüştü.
AKP’nin ilk yıllarında grev ertelemeleri Danıştay tarafından hukuka aykırı bulunurken son 10 yılda Danıştay adeta grev yasaklarını tasdik merciine dönüştü. Danıştay’ın yapısına müdahale eden iktidar sonuçta greve ilişkin Danıştay kararlarını da değiştirdi. Danıştay grevin tabutuna son çivilerden birini çaktı. Geriye kala kala Anayasa Mahkemesi (AYM) kaldı. AYM hem Kristal-İş sendikası hem de Birleşik Metal-İş sendikası tarafından yapılan başvurular sonucunda grev erteleme kararlarını Anayasaya aykırı buldu ve sendika hakkının ihlal edildiğine karar verdi.
Ancak AYM kararları geç çıktığı için 60 günlük erteleme süresinin sonuna yetişmesi mümkün değil. Dolayısıyla yasaklanan (ertelenen) grev yeniden başlayamıyor ve uyuşmazlık bir biçimde sonuçlanmış oluyor. Beklenir ki hükümet AYM kararlarını dikkate alsın ve aynı işletmelerde aynı gerekçelerle grev erteleme kararı almasın. Ama ne gezer!
Ancak geçmişte Bakanlar Kurulu günümüzde ise Cumhurbaşkanı AYM kararlarına rağmen hukuksuz işlemlerle grevleri ertelemeye (yasaklamaya) devam etti. 14 Aralık 2024’te Resmi Gazete’de yayımlanan bir Cumhurbaşkanı kararıyla (idari bir işlemle) Birleşik Metal-İş sendikası tarafından alınan ve bir bölümü henüz uygulamaya bile başlanmayan 4 şirkete ait 10 işyerindeki grevler “milli güvenliği bozucu nitelikte” görüldüğü için 60 gün süreyle “ertelendi.” Bu şirketleri Türkiye’nin en büyük işveren örgütlerinden biri olan Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası (MESS) temsil ediyordu. Grev yasaklama kararı yaklaşık 2 bin metal işçisini kapsıyor. Yasaklanan grevlerin ilginç bir özelliği bu işyerlerinde daha önce yasaklanan grevlere ilişkin sendikanın yaptığı başvuru üzerine AYM’nin ihlal kararı vermiş olması. AYM kararına meydan okuyarak grevleri yasakladılar.
Bu grev yasaklama sıradan bir idari işlem değildi. Grev hakkını ve işçilerin hak aramasına karşı bir gözdağıydı. Nitekim 2025’te sırada büyük kamu toplu iş sözleşmeleri ve MESS grup toplu iş sözleşmesi vardı. Bu grevler örnek olabilirdi, o nedenle önü alınmalıydı!
FİİLİ VE MEŞRU MÜCADELE
Bilindiği gibi yoğun ve sistematik grev ertelemeleri (yasaklamaları) grev eğilimi üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. İşçiler, sendikalar grev hakkını kullanmaktan çekinir oldular. Özellikle büyük patronların şirketlerinde grevlere izin verilmeyeceğine yönelik bir kanaat oluştu. Öyle ya Anayasal bir hak olan grev hakkı fiilen Cumhurbaşkanının iznine bağlanmış durumda. Cumhurbaşkanı istediği grevi yasaklayabilir ve yargı mekanizması yoluyla da bunu durdurmak mümkün değil!
Bu tablo sendikal harekette büyük bir yılgınlığa ve rehavete yol açtı. Bir bölümü zaten grev istemeyen sendikaların cesareti iyice kırıldı. Sendikaların bazıları grev ertelemelerini idari yargıya bile götürmeye gerek görmediler. Nasılsa grev ertelenecek düşüncesiyle uyuşmazlıkları grev yerine işverenlerle çözmeye çalıştılar. İşte bu tablonun tersine çevrilmesi Birleşik Metal-İş sendikasının ve metal işçilerinin mücadelesiyle oldu. Bu hakkın teslim edilmesi ve tarihe geçmesi gerek. Grevin makûs talihini tersine çevirmeye başardılar.
2010’lu yıllarda önce Kristal-İş sendikasının Anayasaya Mahkemesine başvurması ardından Birleşik Metal-İş sendikası da grev ertelemesini AYM’ye taşıdı ve bu başvuru sonunda hak ihlali kararı verildi. DİSK üyesi Birleşik Metal-İş hak mücadelesini sadece yargı yoluyla vermedi, grev hakkını fiilen savundu. Önce grev ertelemelerine karşı birkaç gün geç işbaşı yaptılar. Ancak 2022’deki Bekaert grev ertelemesi karşısında bu kararı tanımadılar ve grev erteleme kararını çöpe atarak greve fiilen devam ettiler. Bekaert kararı bir işyerini kapsayan önemli bir deneyimdi ancak Aralık 2024’te 10 işyerini kapsayan hukuksuz grev erteleme kararlarına rağmen fiilen yapılan grevler bir dönüm noktası oldu.
Bu grevler işçilerin ve sendikanın kararlılığıyla haftalarca devam etti. Sendika kararlı durdu, işçiler kararlı durdu ve grevler başarıyla sürdü. Dahası grev erteleme kararlarının biri henüz başlamayan bir greve ilişkindi. Birleşik Metal-İş o greve de çıktı ve grevi sürdürdü. İşçiler ve sendika keyfi ve hukuksuz grev erteleme kararının yok hükmünde olduğunu gösterdi. Bu grevlerin tümünün sonunda toplu iş sözleşmeleri imzalandı ve işçiler işbaşı yaptı.
Birleşik Metal’in ve metal işçilerin bu tarihi başarısı kritik önem taşıyor. Bu mücadele ve başarı sendikal mücadele ve toplumsal muhalefet açısından da yol gösterici nitelikte. Sendikanın ve işçilerin kararlılığı ve ortak mücadelesi sonucunda 12 Eylül sonrası Türkiye tarihinde ilk kez çok sayıda işyerini kapsayan grev yasağı aşıldı. İşçiler grev hakkını kendi güçleri ile korudular. Bu hat grev hakkının nasıl korunacağını gösterdi. Sendika ve işçiler kararlı olursa, grev hakkını korumak mümkün!
Metal işçilerinin bu deneyimi fiili ve meşru mücadele hattının hukuksuzluğu ve keyfiliği yenebileceğini gösterdi. Metal işçilerin bu mücadele deneyimi 1963 Kavel grevi gibi tarihi bir öneme sahiptir. İşçiler hukuksuz bir yasağı aşıp grev hakkını korudu. İşveren ve hükümet bu meşru ve haklı duruş karşısında yeni bir hukuksuz adım atamadı.
Metal işçilerinin bu tarihi mücadelesi sendikal mücadelenin nasıl yapılması gerektiğini de gösteriyor. Milyonluk üyelere sahip konfederasyonların sus pus olduğu koca koca sendikaların grev yasaklarına boyun eğdiği koşullarda kökleri derinde bir sendika olan Birleşik Metal-İş çıkıp oyunu bozdu ve grev hakkını savundu!
∗∗∗
ASKER DEĞİL İŞÇİYİZ!
Gündemin yoğunluğu içinde gözden kaçmasın! Geçtiğimiz günlerde işçi sınıfı ve emek tarihi üzerine birçok yeni kitap çıktı. Sendikal hareketin kıdemli uzmanlarından Faruk Pekin’in anıları “Demem Korum Yemiş…” Emekçilerle Yanyana Bir Yaşam adıyla Literatür Yayınlarınca basıldı. Zafer Aydın’ın kaleme aldığı Asker Değil İşçiyiz başlıklı kitap TÜSTAV Sosla Tarih Yayınlarınca yayımlandı. Yalçın Bürkev’in yayına hazırladığı ve kolektif bir çalışma olan Çetin Uygur Kitabı NotaBene yayınlarından çıktı. M. Görkem Doğan’ın derlediği Cumhuriyet’in İlk Asrında İşçiler kitabı ise Tarih Vakfı Yurt Yayınları tarafından basıldı. Pekin’in anılarını sendika.org’da yayımlanan “Dede koruk yer, torunun dişleri kamaşır” başlıklı yazımda tanıtmıştım. Bu yazıda Zafer Aydın’ın kitabını ele alacağım. Diğer kitapları da önümüzdeki günlerde ele almayı umuyorum.
ASTER-İŞ (1975-1980)
ASKER DEĞİL İŞÇİYİZ
Zafer Aydın
Sosyal Tarih Yayınları
Aster-İş (1975-1980) Asker Değil İşçiyiz kitabı bir sendika monografisi. 1960 ve 1970’li yılların işçi sınıfı mücadelesine ilişkin ve aralarında Kavel, Derby, Singer ve 15-16 Haziran gibi çok sayıda fabrika ve direniş monografisini kaleme alan Zafer Aydın yeni kitabında DİSK’in küçük ama iz bırakan sendikaların biri olan Aster-İş tarihinin kritik bir evresine ışık tutuyor. Kitabı TÜSTAV Sosyal Tarih Yayınları yayımladı. TÜSTAV Türkiye emek ve sol tarihine ilişkin büyük bir belge ve yayın arşivine sahip. Onlarca arşiv koleksiyonu ve yüzlerce sendikal ve sol yayın dijital ortamda araştırmacılara sunulmuş durumda. Sosyal Tarih Yayınları da büyük bir özveri ile yürüttüğü yayıncılık çabasıyla sol ve emek tarihine ilişkin özgün kitapları okurla buluşturuyor.
Askeri Tersane ve Askeri İşyeri İşçileri Sendikası (Aster-İş) 1975 ile 1980 yılları arasında generallerin, albayların yönetici ve işveren sıfatı taşıdığı milli savunma işkolunda örgütlenen DİSK üyesi bir sendika. Aster-İş, milli savunma işkolunda ana akım sendikacılık eğiliminden, geleneksel, teslimiyetçi, güdümlü sendikacılık anlayışından kopan işçiler tarafından kurulan farklı ve mücadeleci bir yaklaşıma sahip bir sendikaydı.
Aster-İş kısa ömürlü bir sendika oldu ancak bu sendikal mücadele deneyimi özgün kılan ise işçilerin “asker kişi” sayılmasına karşı “asker değil işçiyiz” sloganıyla itiraz etmesiydi. Bu slogan Aster-İş ile özdeşleşti. “Asker değil işçiyiz” sloganı iş hukukuna tabi olması gereken işçilerin, bir yandan da Askeri Ceza Kanunu hükümlerine bağlı kılınmasına, işçilerin askeri kanunlar çerçevesinde cezalandırılmasına bir karşı çıkıştı. Bu slogan öte yandan işçilerin rıza göstermesini, boyun eğmesini ve uyum sağlamasını isteyen ana akım sendikacılığa karşı da bir itirazdı. Aster-İş askeri işyerlerinde demokratik bir sendikacılık yaratmak gibi zorlu bir işe girişti. Aster-İş’in bir yandan askeri işyerlerinin otoriter ortamına bir yandan da bu işyerlerinde işçilerin askerleşmesini pekiştiren geleneksel sendikacılığa karşı ikili bir karşı çıkışın sembolü oldu.
Aster-İş 1980 öncesi pek çok sendikada yaşanan sendika-siyaset ilişkisine dair sorunların da yaşandığı bir deneyim oldu. Bu yönüyle de solun sendikalarla kurduğu ilişkiler ve bu ilişkilerin yarattığı çeşitli sorunlar açısından da dikkate değer bir örnek.
Aster-İş DİSK’in yükselen mücadele döneminin sendikalarından biri. 12 Eylül darbesi DİSK üyesi diğer sendikalar gibi Aster-İş’in de kapısına da kilit vurdu. Buna rağmen Aster-İş’in yarattığı mücadele birikimi, 12 Eylül sonrasında Türk-İş üyesi Türk Harb-İş’e taşındı. Özellikle 1989 Bahar Eylemleri döneminde askeri tersane işçilerinin ve Aster-İş geleneğinin payı büyüktü.
Zafer Aydın, emek tarihine büyük katkı sağlayan çalışmalarına bir yenisini ekleyerek Aster-İş’in öyküsünü belge ve tanıklara dayanarak kaleme aldı. Türkiye emek tarihinde sendika ve işyeri monografileri konusunda büyük bir boşluk var. Son yıllarda bu boşluğu giderme yönünde sendikal alanda ve akademide önemli adımlar atıldığı görülüyor. Zafer Aydın uzun yıllara dayalı sendikal deneyimiyle kaleme aldığı monografik çalışmalarıyla emek tarihine önemli katkılarda bulunuyor.
Aster-İş tarihi çalışması fikrini Ağustos 2022’de kaybettiğimiz sendikal hareketin emektarlarından sevgili Haluk Şensu başlatmıştı. Haluk’un bu hayalini Zafer tamamladı ve kitabı Haluk’a ithaf etti.
“Asker değil işçiyiz” sloganı sadece tarihi bir slogan değil, günümüzde de güdümlü sendikacılığa ve adeta askeri disiplinle yönetilen “modern” işletme düzenine ve otoriter emek rejimine de itirazın sembolü olabilir.