Başlığı “CHP’de…” diye atsaydım, biliyorum daha fazla ilgi çekerdi. Ama mesele o değil!
Bizim, hepimizin, hepimiz derken en azından demokrasiyi, özgürlükleri, adaleti önemseyenlerin bir temel derdi var, olmalı: Otokratik tek adam rejimi!
Altında kırk tilki dolaştığı sonradan anlaşılan 6’lı masa zamanlarında herkesin dilinde olan, ama son zamanlarda pek telaffuz edilmeyen tek adam rejimi!
Bazılarımız fazlasını, bir başka dünyayı düşlüyoruz. Gezi’nin merdivenlerinde kurulan paranın geçmediği bakkal gibi, insanların ellerinde olanları ortaya koyduğu, ihtiyacı olanların da aldığı, dayanışmanın ve farklılıklara saygının esas olduğu, ancak “biz” olabildiğimizde “ben” olabildiğimiz toplumsal iyinin dünyasını…
Ancak, oraya giden yolun ilk adımı totaliter tek adam rejimini aşmak!
O rejimi tahkim etmek isteyenler, her fırsatta muhalefetin ana gövdesi CHP’nin üzerinde tepiniyor, çatlaklarına kama sokup kanırtıyor. Bölüp parçalamak için çırpınıyorlar.
Az biraz akıllıları, CHP’yi düşünüyor “muş” gibi yaparak “Özgür Özel kumpasının arkasında kim var” diye soruyor. Pervasızlar “Parayla getirdiler, uçkurla götürecekler” diye mest oluyorlar. Onların harladığı bu ateşin kıvılcımını çakan da “güya” CHP’li ve “güya” gazeteci biri!
CHP tartışılabilir, CHP’liler tartışabilir, hatta tartışmalılar da.
Ancak, CHP’yi tek adam rejimini tahkim etmek isteyenlerin “tartışılır” partisi haline getirmek sadece tek adam rejimine payandalıktır. Demokrasi, özgürlük ve adalet arayışına ihanettir!
Daha önce yazmıştım; Sabahattin Ali, Kürk Mantolu Madonna’da kahramanı Raif’e; “Vakaları bana olan nispetleri bakımından değil, kendi ehemmiyetleri bakımından kıymetlendiriyordum” dedirtir. Bu olağanüstü erdemdir. Siyasette birileri, attıkları adımları olayın kendilerine olan ilişkisi/yararı bakımından değerlendirip, toplumsal faydaya boş verirlerse, onun ucu da halka ihanete varır.
Ben başkan olursam, ben aday olursam, ben, ben… Olayları bu “ben”cillikle değerlendirmek “biz”i yok eder, belden aşağı tartışmaların çukuruna gömer.
Belden aşağı tartışmaların zemin bulabilmesi biraz da gerçek tartışmaların açık seçik yapılamamasındandır. Sosyal medyada şifreleri çözülmeye çalışılan ve sadece sağ popülizme hizmet edecek mesajlarla “konuşulmasındandır”.
CHP’de yöneticilik yaptığı dönemde hocam Sencer Ayata, bir sol/sosyal demokrat partide kanatlar olması ve bu kanatların açıkça birbirleriyle tartışması gerektiğini, kanatları olmayan bir sol partinin uçamayacağını söylemişti.
Adı konulmuş, neyi savunduğu belli, net kanatlarınız olur ve bunlar birbirlerini yiyen hizipler olarak değil de birbirlerinin ortak iyi için çalıştığından kuşku duymayan kanatlar olarak tartışabilirse, parti uçar.
Galiba bir türlü olmayan bu!
“Kuşların kanatları olur, biz kuş muyuz?” diye sürekli kanat yolanlara, “Keşke kuş olsanız, hatta kuş beyinli olabilseniz” diyesim geliyor.
Uzun uçuşların göçmen kuşları, kazlar, ördekler ‘V’ şeklinde uçarlar. Birbirlerinden ne fazla uzak ne fazla yakın, her biri kendisi olarak ve hemen önündekinin kanat çırpışının yarattığı hava akımı üzerine çıkarak uzun mesafeleri kat ederler. Kanat çırpan her kuş, kendisi için olduğu kadar yoldaşı için de kanat çırpar. En önde giden lider, “benim yerim doldurulamaz” direnci göstermeden, yorulunca en arkaya geçerek yerini bir diğerine bırakır. Göç boyunca yorulan lideri hemen onun arkasındakiyle değiştirerek ilerlerler. Bazen hastalanarak veya bir avcının saçmasına hedef olarak düşenler de olur. O anda, iki kuş sürüden ayrılıp onun düştüğü yere iner, kalkıp uçabilene veya ölene kadar yanından ayrılmaz!
Kuş beyinli öyle mi? Kuşlar böyle belden aşağı takılmaz, birbirleri için kanat çırpıp ilerlerler ve bilirler ki kurtuluş yok tek başına!