Doların hegemonyası sona mı eriyor?
Trump’ın agresif ticaret hamleleri, güvenli liman ezberlerini bozarak doların konumunu ilk kez ciddi biçimde tehdit ediyor. Rezerv para statüsü ilk kez bu açıklıkla sorgulanıyor. Doların değer kaybı, küresel güç dengelerinin değiştiğinin de işareti.
Dünya ekonomisi karıştığında, risk algısı yükseldiğinde “güvenli liman” diye paranın sığındığı belli adresler vardı. Bunlar altın, Japon Yeni, İsviçre Frangı, en başta da haliyle ABD Doları’ydı. 2007-08 Küresel Finansal Kriz gibi Amerika merkezli bir sarsıntıda, Covid pandemisinde bile bu kural değişmemişti. Ancak Trump’ın 2 Nisan’ı kurtuluş günü ilan edip, gümrük vergilerini dayatmasıyla birlikte beklenen olmadı. Paranın diğer alışılmış adresleri yine kıymete binerken, dolar değer yitirmeye devam etti. Bu arada Alman hazine tahvillerinin de cazibesi arttı; söz konusu gelişme avronun dolar karşısında değerlenmesine katkıda bulundu.
Üstelik ABD’de hisse senedi piyasaları da inişe geçmişken, borsaların ilk alternatifinin ABD 10 yıllık tahvilleri olması beklenirken, bu varlıkların da fiyatı düşmeye, verdikleri faiz (getirileri) artmaya başladı. Bu olgu da dolara güvenin azalmasının, Amerikan varlıklarından toplu çıkışın bir belirtisi kabul edildi. Her ne kadar borsalardaki keskin değer kaybı, kredili işlem yapanları devlet tahvilleri dahil diğer varlıklarını satarak teminatlarını kapatmaya yöneltmiş olsa da, 36 trilyon dolarlık bu piyasadan genel bir uzaklaşma eğilimi belirgindi.
KÜRESEL SERMAYENİN YAYINLARI TARTIŞIYOR
Doların rezerv para olarak sallandığı tartışmasına, finans kapitalin etkili yayın organı Financial Times’ın bu yargıya onay veren uzun bir makaleyle katılması da dikkat çekti. (Is the world losing faith in the almighty US dollar? – F.Times 17.04.2025). Bu metinde 1971’de dönemin başkanı Richard Nixon’un doların altın bağlantısını keserek 1944’te yürürlüğe giren Bretton Woods Anlaşması’nı sona erdirdiği kavşakta, aynı zamanda tüm ithalata yüzde 10 gümrük vergisi de koyduğu hatırlatılıyor.
Nixon şokunun dalgalı kur rejimlerinin önünü açtığı, hızlı kredi genişlemesini sağlayarak ve küresel sermaye akışlarını teşvik ederek beklenenin tam aksine dolara yönelimi güçlendirdiği hatırlatılıyor. Gelgelelim Trump şokuyla tam aksi yönde bir eğilimin gözlendiğinin, dolardan kaçışın tetiklendiğinin altı çiziliyor.
Burada iki soruya cevap bulmanın önemine değiniliyor. Birincisi, doların bu gerileyişi nereye kadar gidebilir? Yabancılar şu anda ellerinde 19 trilyon dolarlık ABD hisse senedi, 7 trilyon dolarlık Hazine kağıdı ve 5 trilyon dolarlık şirket tahvili bulunduruyorlar. Bu portföylerde sınırlı bir kısıntının bile doları daha fazla baskı altına sokma olasılığı var.
İkincisi, bu değer kaybı sürerse doların küresel ekonomide ve finans sistemindeki biricik rezerv para olma özelliği erozyona uğrar mı? Burada bazı etkili analist ve yatırımcıların Trump şokunun doların yüzyıla yaklaşan egemenliğinin sona erebileceği yolunda görüşleri aktarılıyor.
Birtakım muhalif yayın organlarında veya akademik dergilerde doların geleceğini masaya yatırmak farklı, bire bir parayı yönetenlerin bu konudaki tutumları farklı bir anlam taşır. Çünkü ikinci grubun sadece akıl yürütmekle kalmayıp, fiili olarak portföy boşaltarak dolarsızlaşma sürecini hızlandırmaları olanaklı.
Yıllardır Nixon döneminin Hazine Bakanı John Connaly’nin Roma’daki G-10 toplantısındaki, “Dolar bizim paramız, sizin sorununuz” sözü hatırlatılır. Ama bu kez doların ABD’nin de sorunu olma riski büyük.
TİCARİ İŞLEMLERDE AĞIRLIĞI SÜRÜYOR
Halihazırda dünyadaki döviz işlemlerinin yüzde 88’inin bir ayağında dolar bulunuyor. İhracat faturalarının yüzde 54’ü dolar cinsinden. Dış borçların yüzde 60’ı ve uluslararası tahvil ihraçlarının yüzde 70’i dolar üzerinden gerçekleşiyor.
Ortalıkta 2 trilyon dolarlık banknot dolaşıyor. Bunun yarısından fazlası yabancıların cebinde veya kasasında konuşlanmış durumda. Şöyle basit bir hesap yapmak olanaklı: yüzde 2,5 enflasyon üzerinden küçük bir hesaplamayla, doların satın alma gücünün kaybından ABD Merkez Bankası 50 milyar dolar kar elde ediyor. Buna literatürde senyoraj geliri deniyor.
Genel olarak doların rezerv para statüsü, ona olan talebi artırarak değerli kalmasını sağlıyor. Bu ithal ürünlerin tüketici açısından daha ucuza alınmasına olanak tanıyor. Arzının bolluğu dolar faizlerini normalden aşağı çekiyor, böylelikle hem hazine düşük maliyetle ve alabildiğine borçlanabiliyor, hem de ortalama yurttaşın ipotekli konut, kredi kartı faizleri göreceli düşük belirleniyor.
Ekonomi yazınında Belçikalı akademisyen Robert Triffin’in adıyla anılan Triffin İkilemi diye bir kavram var: ABD dolarının rezerv para konumunu sürdürmesi için uluslararası piyasalarda yeterli arzının bulunması gerekiyor. Bunun gerçekleşmesi de ancak, Amerikan ekonomisinin sürekli cari açık vermesiyle, döviz gelirlerinin döviz harcamalarının altında kalmasıyla olanaklı. İkilem oluşturması da şuradan kaynaklanıyor; hem cari açığı paranıza güveni sarsmayacak bir düzeyde tutmalısınız, hem de belli bir cari açık vererek küresel likiditeyi sağlamalısınız.
MAR-A-LAGO ANLAŞMASI
Bu konu Trump’ın Harvard Üniversitesi’nde, ekonomi doktoralı danışmanı Steve Miran’ın da gündeminde. Miran işte bu durumun tüm ülkelerin ABD’ye karşı ticaret fazlası vermesini sağladığını, son tahlilde imalat sanayini baltaladığını düşünüyor. Bu soruna bir çare bulmak gerektiğini savunuyor.
Miran’ın kafasından geçen, ticaret ortaklarını paralarının değerini düşürmeye zorlayarak, ABD imalat sanayisine rekabet gücü kazandırmak. Bu plan ilk orada konuşulduğu için Trump’ın malikanesinin bulunduğu yerin adıyla Mar-a-Lago Anlaşması diye anılıyor.
Burada 1985 yılında Japonya, Almanya, Birleşik Krallık ve Fransa ile yapılan Plaza Anlaşması’na öykünülüyor. ABD söz konusu ülkeleri paralarını devalüe etmeye zorlamış, böylece dış ticaret açığını kapamayı ummuştu. ABD’nin söz edilen süreçte açıkları kapanmadı ama, bu operasyonda parasının piyasa değerini düşürmek için dolar varlıklarını elden çıkaran Japonya’da ekonomi Yene boğuldu. Etkileri bugün bile devam eden borsa ve emlak borsası şişkinlikleri ortaya çıktı. Balonların patlamasıyla uzun süreli bir durgunluk baş gösterdi.
40 yıl sonra, hele Trump’ın müttefik ülkelere gümrük vergisi sopasını salladığı bir konjonktürde, bu tarz bir uzlaşmanın sağlanması olanaksız görünüyor.
Aslında Trump’ın göreve gelmesiyle yaptığı açıklamalar ve yürürlüğe soktuğu uygulamalar sonucu dolar avroya karşı %12 civarında değer yitirdi. Bu pratikte ABD’nin dış açıkları için gümrük vergilerinden daha etkili bir gelişme. Çünkü ithal mallarını avro cinsinden bu oranda pahalılaştırırken, ihracatı aynı ölçüde ucuzlatıyor. Halbuki gümrük vergisi eğer misilleme yapılmazsa, sadece ithalatı caydırıcı bir etki yapıyor.
MESELE ÇİN’İN YÜKSELİŞİ
Peki o zaman ABD’nin kronik dış açıklarının nedeni nedir? Gümrük vergileriyle bu sorun çözülebilir mi? İsterseniz bu noktada sözü Marksist iktisatçı Michael Roberts’a bırakalım: Kapitalizm koşullarında ekonomiler arasında, verimli üreticinin daha az verimliyi açık vermek zorunda bırakmasından değil, ama kapitalizm eşitsiz ve birleşik gelişmeye dayalı bir sistem olduğundan, bu ortamda düşük maliyetli ulusal ekonomiler uluslararası ticarette daha az etkin olanlara üstünlük sağladığı için, dış ticaret ve sermaye hesabı dengesizlikleri ortaya çıkar.
Amerikalı kapitalistleri kaygılandıran da fazla veren ülkelerin onları dolar basmaya zorlaması değildir. Çin’in üretkenlik ve teknolojide ABD ile arayı kapatması ve onun ekonomik egemenliğini tehdit etmesidir. (Tariffs, Triffin and the dollar 14.04.2025 Michael Roberts blog)
ABD, doların 1944 sonrası rezerv para niteliği kazandığı dönemde dünyanın en büyük ekonomik ve askeri gücüne sahip ülkeydi ve serbest ticaretin önde gelen savunucusuydu. Bugün ABD bu ilkelerinden vazgeçti, buna bağlı olarak ideolojik anlamda da inandırıcılığını yitirdi. Gelgelelim henüz dolar egemenliğine kafa tutacak nitelikte bir güç de ortaya çıkmadı.
Çin zaten sermaye kontrolleri uyguladığı ve Yuan tam konvertibl olmadığı için doların yerini almaya aday değil. AB’ye gelince, onlar da kendi kronik sorunlarını yaşıyor, ortak bir sermaye piyasaları da yok. Genelde durgunluk sorunlarıyla boğuştukları, durumu dış fazla vererek aşmaya çalıştıkları için küresel ekonomiye yeterli likidite verme olanakları da bulunmuyor. İsviçre, Avustralya gibi görece küçük ekonomilerde bu boşluğu dolduracak potansiyele sahip değiller.
Bu nedenlerle kısa dönemde doların tahtına kurulacak bir alternatif görünmüyor. Ancak dünya nasıl jeopolitik fay hatları üzerinden çok kutuplu, parçalanmış bir manzara sergiliyorsa; bunun iz düşümünü döviz piyasasında da görmek beklenebilir. Yani farklı paraların öne çıktığı çoklu egemenlik bölgeleri, alternatif ödeme sistemleri…