“Sorufobik” iktidarlar ve gazeteciliğin başladığı yer
Son haftaların bir numaralı tartışma konusu Bahçeli’nin Öcalan çıkışı ve Erdoğan’ın o topa pek girmeyişi. En tartışılası şeyleri bırakıp hep bunu konuştuk.
İki ortak bu konuda farklı mı düşünüyorlar? Soru tüm azametiyle ortalıkta dolaştı ama cumhurbaşkanının son gezilerine katılan 50’den fazla gazeteci bunu sormayı akıl edemedi! “Ben sordum” diyen oldu, ama ne soru ne de cevap görülebilmiş değil.
İktidarın normalinin Ankara ve İstanbul belediyelerine bile tam gaz taarruza geçtiği, bir adım ileri bir adım geri atarak “etki ajanlığı”nı da devreye sokmaya hazırlandığı, ana muhalefet partisinin ise hem kendisi hem de memleket için felaket olacak bir “iç atışma” yaşadığı şu günlerde, sorular sormaya ve gazeteciliğe her zamankinden çok ihtiyaç var.
Zaman zaman “Ankara’nın iyi haber alan”larından diye televizyonlarda gördüğünüz bir gazeteci, ODTÜ’de “Türkiye’de basın etiği ve gazetecilik” tezini yazarken öğrencim de olan Hilal Köylü, “Erdoğan ile çözüm sürecine ilişkin bir görüş ayrılığınız var mı?” diye, gazeteciliğin en normal haliyle, en sorulması gereken soruyu sordu Bahçeli’ye.
Vay sen misin soran; “Bırak gazeteciliği!”
Bu “bırak” denilen yer, tam da gazeteciliğin başladığı yerdir!
Gazetecilik soru sorma mesleğidir. Cevapları hazır, elinize tutuşturulmuş soruları değil ama! Asıl iktidarları rahatsız eden sorular sorabilmektir.
“Etki ajanlığı” falan da sorulardan korkanların, sorufobik iktidarların gazeteciliği bitirme adımları!
İspanya’nın çağdaş politik karikatüristlerinin en tanınmışlarından olan, El Pais’de savaş karşıtı, barışı ve ifade özgürlüğünü savunan, çarpıcı medya eleştirileri içeren karikatürler çizen El Roto, Malaga Üniversitesi’nden aldığım 2016 UNESCO Uluslararası Basın Özgürlüğü Ödülü’nün ilk sahibiydi ve onunla aynı ödülü almaktan hep gurur duydum.
Gurur duymam için, onun siyah elbiseler içindeki adamı otururken çizdiği tek karikatürü bile yetmişti. O iki kara gözlüklü önlerindeki bir ekrana bakarken şöyle konuşuyordu: “İnsanlar sorular sormaya başladılar. Korku düğmesini (sesini) biraz daha aç!”
Basitçe çizilmiş bir karikatür otoriter rejimlerin toplumları yönetmek için nasıl korkuya sarıldıklarını ve korkutanların en korktukları şeyin de sorular olduğunu çok çarpıcı bir şekilde anlatıyordu.
Demokrasi ve özgürlüklerin sorularla ilişkisi düz orantılıyken, cevaplarla ilişkisi ters orantılı olabilir. Herkesin cevapları vardır, bilgisizlerin ve korkakların da… Zor olan sorularınızın olmasıdır. Sorular içinde cesaret taşır ve soruları ancak cesur insanlar sorar.
Otoriterlik bu yüzden “sorufobik”tir! Otoriter rejimler, soruların iktidarlarını sarsacağından korktukları için, sadece cevaplar olsun isteler, kendi verdikleri cevaplar.
Onlar bütün cevapları bilirler. Toplumun geri kalanından; yargıçlardan, bilim insanlarından, sanatçılardan, gazetecilerden sorular sormasını değil, kendi cevaplarını tekrarlamasını isterler.
Bir düşünün; ne zamandır soruların sorulamadığı bir ülkeyiz!
Seçim öncesi liderlerin gazetecilerin karşısına çıkıp soruları cevapladığı günlerden, cevaplara soruların uydurulduğu günlere geldik. Nasıl adlandırmak lazım bu hali?
“Sorufobik iktidarlar nasıl tanımlanır?” diye soruyu ben sorup cevabı yapay zekâya bıraktım: “Soru sormaya, eleştiriye veya muhalefete karşı dirençli olan hükümetler genellikle otoriter veya baskıcı olarak tanımlanır. (…) açık sorular veya eleştirilerin otoritelerini zayıflatabileceğinden veya muhalefeti teşvik edebileceğinden korkarlar.”