Almanya’da karşılaştığım, AKP’li yıllardan bunalmış ODTÜ’lü genç mühendis, yerel seçim başarısının ardından CHP’nin de kendi içinde çatışmaya başlamasıyla Türkiye’den iyice umudunu kestiğini vurgulayarak, “Bu ülkeden bir cacık olmaz!” dedi.
Kazım’ın burada iyi ve sevdiği bir işi var. Hayatı neredeyse tümüyle iki kızına vakfetmiş mükemmel bir baba. Tek derdi onların geleceği. O da, kızları için, dışarıda bir gelecek arıyor epeydir.
Musti, çocukluğunu bilirim, akıllı, başarılı, genç bir iş insanı. Genç dediysem, bana göre, yoksa 50’yi devirdi. Memleket “biz ve onlar” diye ayrılmış olmasa ve işler iktidarın “biz”ine gitmese durumu çok daha iyi olur, kesin.
Onun da derdi kızları. Yıllardır bir çıkış arıyor. Çıkış da, yurt dışına. Geçen gün; “Hiç ümidim kalmadı, abim” dedi. “Burası iyiye gitmiyor. Bu eğitim sisteminde başarılı olsalar ne olacak. Bir şey bulmam lazım kızlar için.”
Bu “ümit” konusu üzerinde durmak gerek! Ümit ve korku arasındaki ilişkiyi de sorgulamak…
Yıllardır Asya’dan Afrika’dan kaçıp gelenleri durdurabilmek için çırpınan Avrupa, şimdi Trump iktidarından kaçacak bir ABD’li göçmen kitlesiyle karşı karşıya!
“Trump nasıl oldu da kazandı?” şaşkınlığındaki umutsuz Amerikalılar da korkup kaçmada…
Dün Guardian’da Nesrine Malik, “Trump’ın zaferinin arkasında soğuk bir gerçek yatıyor: Liberallerin kriz içindeki modern çağa bir cevapları yok” demişti. Bu yanıt, Avrupa ve bizdeki merkez/sosyal demokrat partiler için de büyük ölçüde geçerli. “Otoriterler, yalan söyleyerek ve günah keçisi arayarak zafer kazanırken, kırık dökük bir neoliberal sisteme tutunarak” ilerleme çabaları umut vermiyor.
Bugüne ve geleceğe dair güven duygusu veremediğinizde, ümit yaratamadığınızda, korku hâkim oluyor ve kaçış başlıyor. Ümit ve korku geleceğe dair belirsizliğin iki yüzü; ilki olumlu ikincisi ise olumsuz bir beklentinin sonucu olarak ortaya çıkıyor.
Ümitsizliğe kapıl, kork ve git! Git, git, git… Ama nereye kadar?
Gidilen yerlerden biri olan ABD’den de kaçışlar başladı. Avrupalılar diken üstünde. En güçlü ekonomi Almanya sarsıntılar yaşıyor ve Trump’ın zaferini alkışlayan faşist parti AfD iktidar hesapları yapıyor.
Oralarda hayatın bizden çok daha iyi olduğuna dair epey örnek verebilirsiniz tabii. Ama yabancılar için de hiç iyiye gitmediğine dair de çok örnek var. Küresel bir ümitsizlik, karamsarlık, kaçış hali yaşanıyor.
Almanya’da Sol Parti’nin yeni eş başkanı Ines Schwerdtner, kendi ülkesi ve ABD’deki duruma dair, “Her iki durumda da siyasi merkezin kaybettiği açık, çünkü halktan kopmuşlardı ve yaklaşanları göremediler” diyor. Bernie Sanders’in de dediği gibi, halka sırtını döndüysen halkın da sana sırtını dönmesine şaşırmayacaksın!
Solun ve sosyalistlerin, dünyanın her yerinde, merkeze/sosyal demokratlara dair bu saptamaları çok yerinde. Ancak, halkın onlara yöneldiğine dair bir gösterge olmadıkça bu saptamalar da havada kalıyor!
Ben yine şu ümit konusuna döneyim. Varsayımsal olarak konuşuyorum, vatandaşı olsam, şimdi bırakıp gitmek isteyeceğim ilk ülke İsrail olurdu. Ama orada da ümitsizliğe kapılmadan, korkup kaçmadan, cesaretle “Soykırım veya değil, İsrail Gazze’de Savaş Suçları İşliyor” diye yazılar yazarak mücadele eden meslektaşlar görünce kendimden utanıyorum.
Ve Nâzım’ın Kurtuluş Savaşı Destanı’nda İzmirli Ali Onbaşı’ya söylettiği dizeyi mırıldanmaya başlıyorum: “tavşan korktuğu için kaçmaz / kaçtığı için korkar.”
Kaçmayıp mücadele edince korku kalmıyor, ümit büyüyor. Memleketten bir cacık olsun, Kazım’ın ve Musti’nin kızları geleceği dışarıda aramasın diyorsak, galiba yapmamız gereken bu!