Emekçiler solun söylemlerinde neden kendilerini görünmez hissediyorlar? Cevabı açık, hakim sınıflar sol söylemin içerisine liberalizmi zerk etmeyi başardılar.
Hayat devrimci siyaseti çağırıyor
Bugün ülkede yaşanan toplumsal eşitsizliği, yokluğu ve yarınsızlığı görmek için sokakta bir iki adım atmak ya da bir kere metroya binmek yeterli. Toplumsal eşitsizliği derinden ve şiddetle deneyimleyen milyonlar varsa bu deneyimlerin acı bilgisine sahip olan milyonlar da var. Bu yaşanılanların dönüştürücü, eyleme geçirici olması için ne gerekiyor? Açıktır ki, hayat devrimci siyaseti çağırıyor. Hayat sefalete, eşitsizliğe, yokluğa ve yarınsızlığa karşı işçileri, kendi deyişleriyle “bizim gibileri”, onların çalışma ve yaşam koşullarını, onların özlem ve dertlerini siyasal alana taşıyacak sese, söze, mücadeleye çağırıyor. Devrimci siyasetin dün olduğu gibi bugün için de anlamı emeğin toplumun kurucu unsuru olarak siyasetin merkezine yerleşmesi, emekçilerin taleplerinin siyasette temsil edilmesi ve emeğin toplumun dayanışmacı potansiyellerini oluşturmasıdır.
İşçiler, emekçiler, “bizim gibiler.” İşçilerin arasındayken, eğitimde ya da sahada, çok sık duyduğum bir cümle var: “Sol bizi görmezden geliyor, bizim gibilerden söz etmiyor.” Emekçinin gözünde solun anlamının değişmesini daha iyi ne anlatabilir? Bununla da sınırlı değil. Arada şöyle serzenişte bulunanlar da oluyor, “Asıl bizi savunmasını solculardan beklerdik.” Emekçiler solun söylemlerinde neden kendilerini görünmez hissediyorlar? Cevabı açık, hakim sınıflar sol söylemin içerisine liberalizmi zerk etmeyi başardılar. Ortaya sol liberal de denilen bir söylem çıktı. Avrupa’da ve Türkiye’de aynı anda medyada, akademide solun temsili olarak bunlar öne çıkartıldı. Bu söylem, “etnisiteler, kimlikler, kültürler”e indirgediği siyaseti farklılıkların bir arada yaşamasına ve kapitalizmin içine hapsetti, dolayısıyla işçilerden, onların gerçek dertlerinden uzaklaştı. Daha doğrusu işçilerden ve onların gerçek dertlerinden kurtulmanın yollarından biri olarak bu söylemsel strateji öne çıkartıldı. Bu uzaklaşma hem dünyada hem de ülkemizde işçileri kendi sorunlarıyla daha çok ilgilendiklerini düşündükleri sağ siyasetin, neofaşist siyasetin farklı tonlarına yöneltti.
Diğer yandan bu topraklarda uzun bir yolculuğu olan sosyalistler son on yıllarda kendilerini daha çekingen ve mütereddit hissettiler. Bir kısmı solun yeni standartlarına uymadığını düşündüğü için sessizleşti. Bir diğer kısmı direnen, onurlu ve inatçı bir varoluşu tercih etti. Ama bu varoluşun daha öteye taşınmasının yolu neoliberalizmin hegemonyası altında açılamıyordu. Bugün neoliberal dünyanın, küreselleşen dünyanın, finansın dünyasının sonu gözükmektedir. Kapitalizmin içinde bulunduğu kriz yapısaldır ve çok derindir. Kapitalizmin yenilgileri gerçektir ve devam edecektir. Sosyalistlerin bu ülke emekçilerinin taleplerinin, özlemlerinin ve dertlerinin taşıyıcıları olması günü gelmiştir. Hayat, bu topraklarda geçim ve yaşam derdinde olan milyonlarca emekçinin siyasetin merkezine alınmasını ve sosyalistlerin sınıfla birlikte hareket etmesini çağırıyor.
İşçilerin, emekçilerin sözü. İşçiler yalnızca görülmediklerini söylemiyorlar ayrıca dertlerinin, gündelik hayatta karşılaştıkları sorunların solun sözünde yer almadığını da dile getiriyorlar. Diğer bir deyişle, gündelik hayatın sınıf karakteri bugün sol iddiasında olanların sözünde yer almıyor. Sol iddiasında olanlar, siyasal iktidarın ya da sağın diline ve sorularına cevap yetiştirmeye çalışıyor ve tepki veriyor. Sağın gündemi günlerce tartışılıyor. Dolayısıyla, “sol” kendi sözünü, kendi dilini yaratmak yerine sağa cevap yetiştiriyor. Aslolan sosyalistlerin kendi dilini kurmasıdır, sağın diline kendini hapsetmemesidir. Bugün sosyalistlerin sözü, sokaktaki insanlar için yaşamı sürdürebilmenin tek makul ve tek akla yatkın biçimidir. Sosyalistler nasıl bir ülke, nasıl bir çalışma yaşamı, nasıl bir gelecek sözünü yani işçilerin sözünü söylemeli ve tekrar söylemelidir. Sözü hiç bulanıklaştırmadan, olabildiğince net ve olabildiğince açık.
Eşitlik. Toplumun azınlığı inanılmaz bir şatafat içinde yaşarken, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarındayken, işçiler ve emekçiler, fırsat eşitsizliklerini bırakın, gelir dağılımı eşitsizliklerinin azaltılmasını bile düşleyemez haldeler. Şu anda yaşadıklarından başka bir seçenekleri yokmuş gibi düşünüyorlar. İşçiler arasındayken şunu duyuyorum, “Bize iki seçenek sunuluyor, ‘ya açlıktan öleceksiniz, ya da çalışırken öleceksiniz’, yani ölmek ya da ölmek.” Eşitlik çağrısı, sosyal yurttaşlık çağrısıdır, yani devlet iktidarının piyasanın yıkıcı etkileri karşısında işçi sınıfı için kullanılması çağrısıdır. Yurttaşın çalışma hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, barınma hakkı… Değer üretiminin artacağını vurgulamanın, değeri üretenlerin bu süreçte söz sahibi olacağının bu yolla yoksulluğun ve işsizliğin ortadan kalkacağının duyulmasına ihtiyaç var. Bu toprakların çocukları olan sosyalistlerin halkçı ve kamucu sesine her zamankinden çok ihtiyaç var.
Dayanışma. Dayanışma basit bir terim değildir, duyumsanmadan anlaşılmaz. Bu terimin tam karşılığını işçilerin arasındayken deneyimlersiniz. Tüm neoliberal düzen bunu yıkmaya odaklanır. İşçilerin yerini, hayatını, çalışma koşullarını değiştirirler, bu duygu silinip gitsin diye. Umutlarını yitirsinler isterler, yalıtırlar. İşçiler eğer kendilerini bireyciliğin, iş bitiriciliğin, tüketiciliğin kıskacında ana akım düşüncelere göre tanımlarlarsa bir sınıf olarak davranma becerilerini yitirirler. Eğer korkuyorlarsa, kendilerini tehlikede hissediyorlarsa, umutlarını yitiriyorlarsa, dayanışmayı da reddederler. Bugün ihtiyaç duyulan dayanışmadır. Çünkü dayanışma onların birbiriyle bağ kurabilmesidir, onlarla bağ kurabilmektir, hislerde ortaklaşabilmektir. Onlar yaşamın ve açlığın sert koşullarında çırpınırken, ancak birlikte yaşamanın ve dayanışmanın koşullarında güçlenebilirler.
En basit anlamıyla “var olma”, kar uğruna yaşamları hiçe sayan toplumsal yapıda “hayatta olma”, “hayatta kalma” zemini dayanışma için önemli bir başlangıç noktasıdır. Geçim sıkıntısını daha derinden hissedenlere elini uzatma, evinde çorba kaynamayanlarla yan yana olma, hastalara çare bulma, eğitimde olanların yanında olma… Dayanışmayı bu topraklarda varedenler, işçilerin sesini ve taleplerini taşıyabilen sosyalistler olmuştur. Dünyayı kendi gözleriyle, dayanışmayla görebilmek sınıfın kendi özsaygısını ve direnme pratiklerini güçlendirecektir. Bugün ülke bir yangın yerine dönmüşken dayanışma yalnız “nefes alma” alanları değil, yangını söndürecek iradeyi de üretecek, örgütleyecek olandır.
Hayat devrimci siyaseti çağırıyor. Hayatta en kötü şey insanın doğduğu topraklara yabancılaşmasıdır. Biz bu ülkeyi, onu ilmek ilmek alınteriyle örmüş emekçileri, uğruna kendini adamış devrimcileri, sosyalistleri, uğruna mücadele etmiş aydınları, ülkeyi terk etmemiş gençlerinden dolayı seviyoruz. Biz bu ülkeye, hayata ve devrime inanıyoruz.
https://haber.sol.org.tr/yazar/hayat-devrimci-siyaseti-cagiriyor-395391