Taşlar yerine oturuyor
Suriye’nin kıyı bölgelerinde yüzlerce Alevi sivilin katledildiği günlerde, HTŞ ile omurgasını YPG’nin oluşturduğu SDG arasında mutabakat anlaşması imzalandı. HTŞ lideri Colani ile SDG komutanı Mazlum Abdi’nin imzaladığı 8 maddelik mutabakat, SDG’in kontrol ettiği Rojava bölgesindeki sivil ve askeri kurumların, sınır kapılarının, havaalanlarının, petrol ve doğalgaz kaynaklarının devlet yönetimine dahil edilmesi ve aynı zamanda Kürt toplumunun anayasal haklarının garanti altına alınması gibi önemli maddeleri içeriyor.
HTŞ-SDG mutabakatı farklı pencerelerden okunabilir. Zira bir taraf, PKK lideri Öcalan’ın çağrısını destekler şekilde SDG’nin de bu mutabakatla silah bırakmayı kabul ettiğini ve doğal olarak sürecin Türkiye’deki gelişmelerle tam uyumlu olduğunu düşünüyor. DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan da dün yaptığı açıklamada mutabakatın Öcalan’ın çağrısına uygun olduğunu söyledi. Diğer yandan ise “Mutabakatın içeriğinin hayata nasıl geçtiğine bakmak lazım diyenler” var. 80-100 bin arasında silahlı gücü olduğu söylenen SDG, bütünüyle Suriye ordusuna dahil mi olacak yoksa onun içinde kendi örgütsel kimliğini koruyarak, bir tür “jandarma” rolüyle mi konumlanacak, şimdi bu gibi sorular akıllarda…
Kürt siyasi hareketinin Suriye kolu bu mutabakatı, içeriğindeki maddelerin de ötesine geçen bir pozitif tavırla karşıladı. PYD lideri Salih Müslim, “Bu anlaşma ile Rojava Devrimi perçinlendi diyebilir miyiz? En azından bölgesel anlamda Rojava statü kazandı diyebilir miyiz?” sorusuna “Evet, perçinlendi diyebiliriz” cevabı verdikten sonra şöyle devam ediyor: “Biz bu kadar savaştık ve bu kadar mücadele ettik, sonuçta artık her şeye ortak oluyoruz. Bu devletin her şeyine ortak oluyoruz. Yönetimine, anayasasına, yaşamına, ekonomisine, her şeyine ortak oluyoruz.”
Her şeyin ötesinde bu anlaşmanın sürpriz olmadığının altını çizmek gerek. Mazlum Abdi, Esad’ın düştüğü 7 Aralık gününden bu yana HTŞ ile görüşebileceklerini, “daha önce HTŞ hiç çatışmadıklarını” vurgulayarak dile getiriyordu. Zira ABD ile İsrail’in yeni Suriye’nin dizaynına ilişkin planı da bunu zorunlu kılıyor. HTŞ-SDG mutabakatının garantörü de ABD. Nitekim SDG Sözcüsü Ferhad Şami de iki yapı arasındaki anlaşmasının ön hazırlık niteliğinde olduğunu ve ABD’nin bu anlaşmanın ana taraflarından biri olduğunu kaydetti. Ayrıca imza töreni öncesinde ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı Komutanı Kurilla’nın Abdi ile görüştüğü, Abdi’nin Humus kırsalındaki bir havaalanından mutabakatın imzalandığı Şam’a, ABD’ye ait bir helikopterle gittiği iddia edildi.
Elbette Türkiye’de Bahçeli’nin sürükleyicisi olduğu süreç, Öcalan’ın PKK’ye yaptığı silah bırakma ve fesih çağrısı da Suriye’deki son gelişmelerden bağımsız ele alınamaz. Her biri bütünün parçası ve atılan adımlar bir noktada kesişiyor. Fakat medyada iddia edildiği gibi bu süreç “barış ve demokrasi” ekseninde yürümüyor. “Kürt sorununda çözüm” gibi bir niyet veya kapsam da yok. Belki tekrara düşeceğiz ama yine vurgulayalım: Bu iktidara göre Türkiye’nin bir Kürt sorunu yok. Bugün kimilerince “demokrasi kahramanı” olarak alkışlanan Bahçeli bile “Kürt sorunu yoktur” noktasından yarım santim ileri gitmiş değil. Kaldı ki bir demokrasi sorunu, demokrasinin en temel kaidelerinin ortadan kalktığı bir iklimde çözülemez.
Mesele tamamen şekillenmekte olan jeopolitik denklem ve ona bağlı olarak içeride rejimin elde edeceği politik avantajlarla ilgili. Bahçeli’nin manevrası ve Öcalan’ın çağrısı, yeni Suriye’nin dizaynında Kürtlere biçilen rolle ilişkilendirerek anlaşılırsa, fotoğraf daha da netleşecektir. Türkiye devleti, yeni bölge gerçekliğine uygun bir paradigma benimseme evresindeyken, içeride bu dinamiği muhalefeti ayrıştıracak ve Kürt hareketini müstakil pozisyona çekecek bir kaldıraca dönüştürmenin yolları aranıyor. Süreci idealize etmek, ona ait olmayan yüceltici sıfatlar yüklemek ya da onu iç politikadaki ihtiyaçlardan ayrı tutmak, büyük bir yanılgı. Seyir olumlu ya da olumsuz olabilir ancak bu gerçek zaman içinde çok daha berrak bir şekilde görünür olacak.