‘Aile’ değil, kadınlara ‘kölelik’ yılı
2025’in ‘aile yılı’ ilan edilmesi cinsiyet eşitsizliğini derinleştirmeyi amaçlıyor. Kadınların işgücüne katılımı için esnek çalışma gibi modeller sunulurken hedef bakım yükünü artırmak. Rejim, bu politikalarla hem patriarkal kapitalizmin çıkarlarına hizmet ediyor hem de siyasal İslamcı anlayışla kadınları eve hapsedebilmenin yollarını arıyor.
Rejim yetkililerinin 7 Ocak’ta 2025’i ‘aile yılı’ ilan etmesinden bu yana her konuşmalarında ‘aile’ vurgusu yer alıyor. Öyle ki 21 Ocak’taki Bolu Kartalkaya’daki facianın olduğunu günün akşamında konuşan AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan yangından çok 2025’in ‘aile yılı’ ilan edildiğine değindi.
Bu şekilde toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştireceğinin mesajını veren iktidar son yıllarda kadını yok sayan ve sadece aile içerisinde tanımlayan politikaları rejimin ana karakteri haline dönüştürdü. Kadınları tahakküm altına almanın yollarını arayan AKP, onları artık işgücünden tamamen koparamayacağının farkında olduğu için esnek çalışma, komşu annelik gibi uygulamalar hayata geçirmeye çalışıyor. Böylece ‘aile yılı’nda kadınların hem işgücüne katılması hem de çocuk doğurup tüm bakım yükünü ve ev işlerini üstlenmesi de devam ettirilmek isteniyor. Bu düzeni kurumsallaştırmaya çalışan rejim bunu hem kapitalizmin çıkarları doğrultusunda yapıyor hem de siyasal İslamcı anlayışla kadınları eve kapatmayı amaçlıyor.
∗∗∗
DEVLETİN BEBEK YARDIMI BİR ÇEYREK ALTIN BİLE ETMİYOR!
Bebek sahibi olanlara lk çocuk için tek seferlik 5 bin TL doğum yardımı verileceği duyuruldu. 2. çocuk olursa her ay 1500 TL. 3. çocuk olursa da aylık 6500 TL yardım yapılacak. Yardımlar çocukların 5 yaşına basmasıyla sona erecek. Bu rakamlar bir bebeğin ihtiyaçlarını karşılamaya çok uzak. Tek bir bebeğin aylık temel masrafları dahi 7 bin TL’ye yakın.
AİLEYE KÖLE, SERMAYEYE KUL OLMAYA NİYETİMİZ YOK
• Bakım yükü kadına: Doğum izninin 4 aydan 1 yıla çıkarılmasını gündemine alan iktidar, bakım yükünü her iki ebeveyne bölüştürmek yerine sadece kadının üzerine yıkan politikalar üretiyor.
• Medyada artan propaganda: “Güçlü aile, güçlü toplum” gibi kampanyalarla makbul aile yapısını teşvik eden AKP, kadınların ve LGBTİ+’ların yaşam tarzını hedef alarak şiddeti besliyor.
• Kürtaj ve doğum kontrolüne engel: Kadınların kürtaj hakkına fiili engeller yaratılıyor. Kadınlar merdiven altı yerlere mahkûm ediliyor. Aynı zamanda doğum kontrolünü azaltmaya yönelik politikalar izleniyor.
• Kadına bütçe yok: İstanbul Sözleşmesi feshedildi. 6284 etkin uygulanmayarak kadına yönelik şiddeti engelleyen mekanizmalar zayıflatıldı.
KİMLİKLERLE Mİ SİYASAL DURUŞLA MI İTTİFAK YAPILACAK?
Feray AYTEKİN AYDOĞAN – Eğitimci
2025 yılı “Aile Yılı” ilan edildi. Yalnızca ülkemizde değil dünyada toplumsal cinsiyet meselesi bir rejim meselesi haline geldi. Dünyada sağ, ırkçı, gerici siyasetler Nazilerin sloganı ile “Çocuk, mutfak, kilise” çağrısını yaygınlaştırıyor. Kadınların etkinlik alanları net bir şekilde çiziliyor. Tabii ki sağın kadına ideolojik bakışının bir tarihi var. Ancak sağ popülist hareketlerin yükselişi ile birlikte farklı bir fenomenle karşı karşıyayız.
Dünya’nın her yerinde militan erilliğe dönüşen militan mizojen profiller ortaya çıktı. Trump’tan, Orban’a, Meloni’den, Modi’ye ortak söylem yerli ve millilik. Toplumsal cinsiyet karşıtı dil, hareket bir paket –kadın, laiklik düşmanlığı, ırkçılık, yabancı düşmanlığı….- olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye’de laiklik, kadın hakları karşıtlığı olarak gelişen bu dil ile Hindistan’da aşırı sağcı akımların Müslüman karşıtı söylemleri ile kadınları ezen, haklarını ellerinden alan politikaları birebir benzerlik taşıyor. Söylemler benzer öteki ilan edilenler ülkeye göre değişiyor.
Doğum oranlarının ülkemizde ve dünya genelinde düşmesiyle sermaye için ucuz iş gücü ihtiyacını karşılamak için “en az üç çocuk, kutsal aile” çağrısı ile karşımıza çıkıyorlar. İşsizliğin artışından kadınları sorumlu tutuyor, kadınları “dört duvar” arasına geri çağırıyor veya esnek, güvencesiz, yarı zamanlı işler tarif ediyorlar.
Aile çağrısının en güçlü yaşama geçirilmesi amaçlanan alan eğitim alanı. Yeni Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatı’nda temel vurgu yerlilik ve millilik. Müfredatın ana omurgası olan erdem-değer-eylem modelinin hayata geçirilmesi “huzurlu insan, huzurlu toplum, huzurlu aile” diyerek aileye dayandırılıyor. Aileyi korumak adına açık veya örtülü bir şekilde kadınların çalışma yaşamından çekilmesini, çocuk yaşta evliliklerin olağanlaştırılmasını, çocuk, engelli, hasta, yaşlı bakımının kadınların işi olduğunu, medeni kanun yerine islam hukukunun geçerli olmasını, en az üç çocuk söylemlerini müfredat içeriğine, ders içeriklerine yerleştiriyorlar.
ÇEDES’te, sermaye ve tarikat yapıları ile imzalanan protokol ve iş birliklerinde aile eğitimleri temel başlıklar arasında yer alıyor. MEB (Milli Eğitim Bakanlığı) ailem dizisi, ailemle eğitim yolculuğum, aile eğitimi kitap setleri gibi yayınlar yayımlıyor.
Aile çağrısı ile temel mesele kapitalizmin bekası için laiklik ve kadın haklarının hedef alınması. Toplumsal cinsiyet karşıtlığıyla eş zamanlı aile çağrısı ile yeni rejim inşası hedefleniyor. Sağın kimlikler üzerinden kurduğu bu en geniş ittifak karşısında kimlik temelli bir araya gelişler rejimin yaratmak istediği hattı güçlendiriyor. Önümüzde duran mücadele hattı sınıf mücadelesinden, siyasal islam karşıtı mücadeleden yana ittifakı, birleşik mücadeleyi örgütleme meselesidir.
***
NAZAN MOROĞLU: SÜRDÜRÜLEBİLİR ÇÖZÜMLER ÜRETMEDEN DOĞUM HIZI ARTMAZ
2025’in aile yılı ilan edilmesiyle kadınların toplumsal hayatın dışına itecek adımlar da hızlanacak gibi duruyor. ‘Aile yılı’ ilan edilmesiyle atılacak adımlar toplumsal cinsiyet eşitsizliğini derinleştirir mi?
2025’in “Aile Yılı” ilan edilmesi, kadın haklarına yönelik mevcut tehditlerin artabileceğine işaret ediyor. Kadını birey olarak görmeyen bu tür politikalar, kadını yalnızca aile içindeki bir üye olarak konumlandırırken, bireysel hakları ve toplumsal cinsiyet eşitliği göz ardı ediyor. Kadının annelik veya eş rolü ile sınırlandırılması, onun toplumsal ve ekonomik hayattaki katkılarını da sınırlandırıyor.
Aile odaklı politikalar görünüşte toplumsal birliği hedeflese de, uygulamada kadınların ekonomik ve sosyal haklarını ikinci plana atıyor. Anayasamıza göre “aile toplumun temelidir” ancak aynı maddede yer alan “eşler arası eşitliğe dayanır” hükmü yok sayılamaz. Örneğin, “yoksulluk nafakasını süreyle sınırlandırma” gibi öneriler, ekonomik bağımsızlığı olmayan kadınların daha da kırılgan bir hale gelmesine neden olabilir. Güçlü ailelerin ancak eşit haklara sahip bireylerden oluşabileceği gerçeği dikkate alındığında, bu tür politikalar toplumsal cinsiyet eşitsizliğini daha da derinleştirebilir. Kadınların ekonomik özgürlüğünü ve eğitim haklarını güçlendiren politikalar ise hem toplumsal kalkınmayı hem de aile yapısını daha sağlıklı bir şekilde destekleyecektir.
Aile ile ilgili hemen her konuda Diyanet’e büyük görev düştüğü görülüyor. Diyanet’in kadınların hayatına bu kadar müdahil olması nasıl tehlikeler yaratıyor?
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın rehberlik ve danışmanlık hizmetleri aracılığıyla kadınların hayatına müdahil olması, toplumsal cinsiyet eşitliğini tehdit eden bir yaklaşım. Bu tür bir müdahale, kadınların bireysel haklarının dini referanslarla sınırlandırılmasına ve toplumsal yaşamdan dışlanmasına neden olabilir. Özellikle, aile içi danışmanlık hizmetlerinin dini temele dayandırılması, kadınların eşit haklara sahip bireyler olarak görülmediğini ortaya koyuyor.
Bu durum, kadına yönelik ayrımcı söylemlerin meşrulaşması ve şiddeti önleme mekanizmalarının zayıflatılması gibi sonuçlara yol açabilir. Örneğin, Diyanet’in bazı söylemleri, kadına yönelik şiddeti normalleştiren veya çocuk yaşta evlilikleri meşru gösteren anlayışlarla örtüşüyor. Halbuki, aile içi danışmanlık hizmetlerinin CEDAW ve İstanbul Sözleşmesi ilkelerine uygun bir şekilde, laik ve bilimsel bir perspektifle sunulması hayati önem taşır. Bu tür yaklaşımlar, hem kadının bireysel haklarını hem de toplumsal eşitliği korur.
Nazan MOROĞLU
Avukat
Kadınlara 3 çocuk baskısı sürüyor. Mevcut ekonomik koşulların yanı sıra laik kamusal eğitimden kopuş da çocuk sahibi olmayı öteleme sebebi. Doğum hızının artması için laik ve kamusal eğitimin öncelenmesi gerekiyor mu? Gerekiyorsa nasıl?
Doğum hızını artırmak gibi hedefler, bireylerin ekonomik güvence ve sosyal destek mekanizmalarına erişimiyle doğrudan ilişkili. Laik ve kamusal eğitimin güçlendirilmesi, bu hedef doğrultusunda en önemli adımlardan biridir. Eğitim seviyesi yükseldikçe, bireylerin ekonomik bağımsızlığı, toplumsal hayata katılımı ve geleceğe yönelik güveni artar. Ancak, mevcut ekonomik koşullar ve eğitimdeki eşitsizlikler, kadınların çocuk sahibi olma kararlarını ötelemelerine neden oluyor.
Kadınların işgücüne katılımını artıran, eşit işe eşit ücret politikalarını destekleyen ve çocuk bakım hizmetlerini yaygınlaştıran politikalar, doğum hızını artırabilecek sürdürülebilir çözümler sunar. Bunun yanı sıra, kadınların ekonomik bağımsızlığını güçlendiren girişimlerin desteklenmesi, hem bireysel hem de toplumsal kalkınmayı hızlandırır. Eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması, bireylerin aile planlamasında daha bilinçli kararlar almasına olanak tanır. Böylece, doğum hızını artırmaya yönelik girişimler yalnızca kısa vadeli hedefler olmaktan çıkıp toplumsal kalkınmanın bir parçası haline gelebilir.
EVLENMEK, ÇOCUK YAPMAK LÜKS OLDU
Ülkede evlilik ve doğum hızının düşmesi sadece bireysel tercihlerle açıklanabilecek bir durum değil. Bunun sebepleri arasında yoksulluk, güvende hissetmeme, geleceğe yönelik belirsizlik gibi nedenler de yer alıyor. Evlenmek tek başına 500 bin TL masrafa mal olurken çocukların bakım ve eğitimi konusu çocuk sahibi olmak konusunda ciddi bir caydırıcı neden. Artık nerdeyse ortalama ücret halini 22 bin 104 lira asgari ücret milyonlarca yurttaşın açlık sınırının da altında yaşamaya devam etmesi anlamına geliyor ve yeni evlenecek bir çiftin kira masrafını bile karşılayamıyor. Çocuk yoksulluğunda dünya ülkeleri arasında ikinci sırada yer alan Türkiye’de OECD verilerine göre her dört çocuktan biri okula aç gidiyor. Bu koşullarda çocuk doğurmak bir lüks haline geliyor.
∗∗∗
EŞYA MASRAFI 400 BİN TL’Yİ AŞIYOR
Oturma odası takımı: 148 bin TL
Buzdolabı: 25 bin TL
Çamaşır makinesi: 20 bin TL
Bulaşık makinesi: 15 bin TL
Fırın: 15 bin TL
Ocak: 6 bin TL
Davlumbaz: 3 bin TL
Televizyon: 30 bin TL
Toplam: 114 bin TL
Elektrik süpürgesi: 30 bin TL
Tost makinesi: 3 bin TL
Çay makinesi: 3 bin TL
Kahve makinesi: 5 bin TL
Saç kurutma makinesi: 1 bin TL
Mutfak robotu: 3 bin TL
Ütü: 4 bin TL
Toplam: 40 bin TL
Kiralık ev tutma (kira, emlakçı, depozito): 100 bin TL
Toplam (ortalama fiyat): 402 bin TL
KREDİYLE EVLENİYORUZ
Yeni evlenecek olan Özgün Çeliktürk isimli genç süreci şöyle anlattı: “Çeyiz paketlerine bakıyoruz onlar en minimum şekilde oluyor. Sadece beyaz eşya bile 170 bin TL’ye denk geliyor. Salon takımı en az 100 bin TL. Bunun daha küçük ev aletleri, yatak odası takımı var. Kiralık ev tutalım desen anahtar çevirmek 120 bin TL. Biz kredi çekerek ve ailemizden destek alarak evlenmeye çalışıyoruz. Aile ve Gençlik fonu kapsamında açıklanan 150 bin TL’lik faizsiz krediye bakalım dedik. O kadar fazla şart var ki karşılamamız mümkün değil. Hem bize hem ailemize ait bir taşınmaz olmaması gerekiyor. 6 aylık maaş hesabı yapılıyor. En fazla 30 bin TL olması gerekiyor maaşımızın. Yani yetim olalım, beş parasız kalalım ki bu desteği alabilelim. Bu şartlarda evlenmek çok zor.
∗∗∗
DENİZ AY: KAMUSALLIK OLMADIKÇA DOĞUM ORANLARI DÜŞECEK
Öncelikle kullandığımız terimlere dair bir açıklama yapmak isterim. Doğurganlık hızı ve doğum oranları iki farklı şeyi ölçüyor. Hangi terimin kullanıldığı da, siyasi otoritenin politika düzenlemelerini toplumun hangi kesimleri üzerine kurduğunu ve hangi politika araçlarını kullandığına dikkat çekiyor.
Doğurganlık hızı terimi, 15-44 olarak kabul edilen «doğurganlık çağı» yaş aralığındaki her 1000 kadın için gerçekleşen canlı doğan bebek sayısını veri olarak alır. Buna karşılık ‘doğum oranı’ 1000 nüfus başına düşen canlı doğan bebek sayısıyla ölçülür. Yani doğurganlık hızı direkt kadınların biyolojik yeniden üretimini merkeze alırken, doğum oranı toplumun tüm kesimlerini -cinsiyet ayrımı yapmaksızın- dikkate alır.
Bu ölçütlerden hangisinin politika konusu yapıldığı ise nüfus politikasının tüm yurttaşlar üzerine mi, yoksa sadece kadınlar üzerine mi kurulduğu üzerine çok basit ama net bir fikir veriyor. Uç bir örnek olarak, doğurganlık hızının en düşük olduğu ülke olan Güney Kore’ye bakarsak, 2005’te çıkan ‘Yaşlanan Toplumda Düşük Doğum Oranına İlişkin Çerçeve Kanunu’ ve onu takip eden stratejik planlara rağmen ‘doğurganlık hızı’ düşmeye ve de tüm dünyadaki en düşük doğurganlık hızı olmaya devam etti.
Koyduğu hedefe ulaşamamasını baz alarak ‘başarısız’ olarak değerlendirilebilecek politikaların temel açmazının, Güney Kore’de çocuk bakımının hâlâ büyük ölçüde bir aile meselesi ve sorumluluğu olarak gören ve geleneksel/patriyarkal aile paradigmasını sorgulamayan siyasetin toplumsal gerçeklikle örtüşmediğini söyleyebiliriz. Nedir peki bu aileci nüfus politikasıyla örtüşmeyen toplumsal gerçeklik? Aşırı rekabetçi eğitim ve çalışma kültürü, temel yaşamsal ihtiyaçların pahalılığı ve bunun karşısında çift maaşın zorunluluğu ancak ücretli emeğe katılımın çalışanlara kendilerini ve sonraki nesli yeniden üretmeleri için nefes alacak zaman bırakmaması. Kısacası, yaşama koşullarını ortadan kaldırdığınız insanların cebine üç beş kuruş sıkıştıralımcı kamu politikalarıyla ‘doğurganlık hızı’ artırılamıyor.
İŞLEVSİZ OLACAK
‘Aile Yılı’ kapsamında açıklanan maddi destek paketinin de aynı işlevsizlikte olacağını öngörmek zor değil. 4 çocuklu bir ailenin hesabına isterseniz 11 bin 500 lira yatırın; o para kaç market alışverişine yetebilir? Evlenme kredisiyle 2. yıldan sonra geri ödemeli 150 bin lira faizsiz kredi kullandırmak da aynı şekilde; krediyi kullandıracak bankalar dışında toplumun hangi kesiminin yaşam koşullarında bir fark yaratabilir günümüz ekonomik koşullarında?
SERMAYENİN ÇIKARLARI
Sermayenin çıkarları doğrultusunda siyaseten şekillendirilen ‘toplumsal gerçeklik’ ve doğurganlık hızını artırma hedefinin kesiştiği nokta: Biyolojik yeniden üretimin, yani kadın doğurganlığının, patriyarkal çıkarlar doğrultusunda ve kaçınılmaz olarak şiddet yoluyla denetlenip düzenlenmesi. Bu şiddete dayalı nüfus siyasetinin politik yansımaları da kürtajın fiilen erişilemez hâle getirilmesi, tecavüzün cezasızlığı, boşanmanın adli ve maddi olarak zorlaştırılması. Biyolojik yeniden üretimin öznesi olarak görmedikleri ve üzerine geleneksel cinsiyet rollerini sarstığı için de LGBTİ+’ları düşmanlaştırıp temel sağlık haklarına erişimini hedef alıyorlar.
Doğum oranlarının düşüşü ve nüfusun yaşlanması eğer bir ‘varoluşsal tehdit’ ise bu tehdidin kaynağına ancak yaşamın yeniden üretiminin koşullarını değiştirecek politikalarla müdahale edilebilir. Bu da bizi gıda, barınma, sağlık, bakım ve eğitimin piyasa dışılaştırılmadığı her politik çabanın ‘başarısız’ olacağı sonucuna götürüyor. Kısacası sorun, neyin ne kadar pahalı olduğundan da daha derin. Kamusallığını yitirmiş konut, gıda, bakım, eğitim, sağlık hizmetlerine müdahale edilmediği sürece doğum oranları düşmeye devam edecektir. İsterlerse Aile Yılı, isterlerse Maaile Yılı ilan etsin.
Dr. Deniz AY
Akademisyen
KOMŞU ANNELİK SİSTEMİ NE ANLAMA GELİYOR?
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş, aile yılı tanıtım programının ardından TRT’ye verdiği röportajında çocuk bakımına ilişkin kreşlere ek olarak “komşu annelik” sisteminin hayata geçirileceğini söyledi. Göktaş, sistemin nasıl işleyeceğine dair herhangi bir ayrıntı vermedi. Ancak “komşu annelik” projesi yeni değil. 2022’de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, “eğitimli çocuk bakıcılarının teşviki yoluyla kayıtlı kadın istihdamının desteklenmesi projesi (EDU-CARE)”politika öneri belgesiyle komşu annelik sistemini gündeme getirmişti.
AB FİNANSE EDİYOR
Avrupa Birliği ve Türkiye tarafından ortaklaşa finanse edilen, toplam 28.6 milyon avro bütçeli komşu anne çocuk bakımı modeli projesinde kadınların, yetkili kurumun kurallarına göre düzenlenmiş olan kendi evinde, genellikle yakın konumdaki ebeveynlerin çocuklarına (5 çocuğa kadar), eğitimli sertifikalı veya diplomalı ve kayıtlı bir şekilde bakım hizmeti sağladığı çocuk bakım modeli olarak tarif ediliyor. Politika belgesinde bu modelin çocuk bakıcıları ve kreşlere göre “daha az maliyetli” olduğunu vurguluyor.
Komşu annelik uygulaması ile “3 bin 700 annenin ve 3 bin 700 çocuk bakıcısının kayıtlı istihdamının desteklenmesi ve 6 bin kadına çocuk bakımı alanında eğitim teşviki verilmesi” hedeflendiği ifade ediliyor. Komşu annelik modelinin Ankara, İstanbul ve İzmir’de 32 ay boyunca uygulanması planlanıyor.
∗∗∗
2025’TE YENİ ROLLER İSTİYOR
Gerici politikalarını pekiştirme yolları arayan iktidar ‘aile yılı’ kapsamında Diyanet’in kadınların hayatı üzerindeki sözünü artırmayı amaçlıyor. Üst akıl ilan edilen Diyanet, 23 Aralık’ta çalıştay gerçekleştirdi. Çalıştayda , “Nüfus Artış Hızının Düşüşü, Sebepleri ve Çözüm Önerileri” tartışıldı. Vajinal doğumu anormal ilan ederek kadınlara baskı kuran iktidar bu konuda da sorumluluğu Diyanet’e verdi.
Diyanet’in geçmişteki icraatları ise şöyle:
• Aile ve rehberlik büroları
Diyanet, ülke genelinde “Aile ve Dini Rehberlik Büroları” aracılığıyla ev içinde sorun yaşayan ailelere dini rehberlik hizmeti veriyor. Bu şekilde ‘kutsal aile’ güçlendiriliyor.
• Evlilik öncesi eğitim programları
Diyanet, evlenecek kişilere yönelik “evlilik öncesi eğitim” adı altında programlar düzenliyor. İslam’a göre hak ve sorumlulukların anlatılmasının yanı sıra şiddete ‘sabretmek’ öğütleniyor.
• Aile huzuru ve mutluluğu konferansları
“Aile Huzuru ve Mutluluğu” temalı konferanslar ve seminerler düzenleniyor. Bu etkinlikler, aile içi huzurun sadece dini değerlerle sağlanabileceği mesajını veriyor.
• Evlilik ve boşanma konularında gerici fetvalar
Diyanet, evlilik ve boşanma konularında sürekli gerici fetvalar veriyor. Bu fetvalarla boşanmaları engellemeyi amaçlıyor ve kadınların nafaka hakkını hedef alıyor.
• Aile eğitim dergisi ve yayınları
Diyanet, aile konusundaki gerici söylemlerini yaygınlaştırmak için dergi ve kitap yayınları çıkarıyor. Bu yayınlarda, kutsal aile övülerek kadınların tek rolünün annelik olduğunun altı çiziliyor.
BURCU KARAKAŞ: DİYANET’İ SİYASİ OTORİTE YAPMAYI HEDEFLİYORLAR
AKP iktidarı, dünyadaki diğer tüm muhafazakâr-sağcı siyasi yönetimler gibi mevcut yoz düzenin sürekliliğinin sağlanmasında en önemli rolün aileye düştüğüne inanıyor. Bu inanç doğrultusunda herhangi bir demokratik hukuk devleti düzeninde olması gerektiği gibi kadını ya da çocuğu yani bireyi değil, aileyi merkezine alan politikalar üretiyor. Türkiye’de aile merkezli politikaların itici gücü ise Diyanet İşleri Başkanlığı olarak karşımıza çıkıyor. Diyanet’in aile odaklı sayısız çalışması var. Bu çalışmalar her geçen sene bir plan ve program doğrultusunda bütçeyle beraber artırılıyor. Aile kitapları, aile dergileri, aile broşürleri, aile videoları, aile televizyon ve radyo programları, aile sempozyumları… Daha somut bir örnek vermek gerekirse, Diyanet’e bağlı Aile ve Dini Rehberlik Büroları’na “aile içi sorunları aile arasında çözmek” gibi bir misyon yükle(til)miş durumda. Bu sorun kapsamının içine, şiddetin her türünün girdiğini söylemeye gerek yok. Şiddet gören bir kadınsanız, müftülük bünyesindeki bir aile ve dini rehberlik bürosuna gittiğiniz zaman boşanmamanız veya savcıya ya da polise gitmemeniz yönünde telkine, yani “Kol kırılır yen içinde” yaklaşımına maruz kalmanız işten bile değil.
Diyanet’in diğer devlet kurumlarından rol çalmasındaki en büyük sorunun ise, hak-hukuk odaklı bir anlayıştan, dini olduğu iddia edilen değerleri merkeze alan bir yaklaşıma geçilmesi olduğunu düşünüyorum. Yani bir erkeğin bir kadına şiddet göstermemesi gerektiği anlatılırken, bu meseleye insan hakları perspektifinden yaklaşmak yerine, şiddetin “dinde yeri olmadığı” ya da “merhametsizlik olduğu” gibi açıklamalar getirildiğini görüyoruz. Söz konusu açıklamaların, feminist hareketin “Kadın cinayetleri politiktir” söylemine karşı geliştirildiği bilinen ve Diyanet tarafından da itiraf edilen bir gerçek. Bireyin temel hak ve özgürlüklerinin karşısına “merhameti” koymak, hukuk devletinden kopuştan başka bir anlam ifade etmiyor. Bunun sadece devlete bağlı Sünni İslamı benimseyen bir kurum olan Diyanet’in yaklaşımı olduğu, dolayısıyla dini referans alması nedeniyle başka türlü olamayacağı düşünülebilir. Ve fakat bugün artık, Diyanet’in siyasi iktidar tarafından kamusal düzeyde de otorite olarak kabul ettirilmek istendiğine şahitlik ediyoruz. İktidarın bu çabası boşa çıksa da, Diyanet’in toplumsal konularda yürüttüğü çalışmalar laik düzende onarılması zor yaralar açıyor.
Burcu KARAKAŞ
Gazeteci
https://www.birgun.net/haber/aile-degil-kadinlara-kolelik-yili-594542