Bu açılımda neden demokrasi yok?
Beykoz Belediye Başkanı Alaattin Köseler’in tutuklanmasıyla iktidarın hezimete uğradığı yerel seçimlerin ardından İstanbul’da cezaevine konulan CHP’li belediye başkanlarının sayısı üçe yükseldi. Köseler’den önce Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat ve Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer tutuklanmıştı.
İBB Başkanı ve CHP’nin müstakbel cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, Köseler’in tutuklanmasından sonra yaptığı açıklamada, “Milletimiz şunu biliyor; orada bir haksızlık, hukuksuzluk var diye bu zulüm çektirilmiyor. Niye çektiriliyor biliyor musunuz? Koltuğunu kaybetme korkusu. Halk önüne gelecek olan ilk sandıkta ne yapacak biliyor musun? Bunları evlerine gönderecek, evlerine. Millet, bunlardan usandı. Hep birlikte hukuksuzluğa karşıda mücadele edeceğiz” diyerek CHP’li belediyelere yönelik muamelenin siyasi gerekçesini net şekilde ortaya koydu.
Çok sayıda DEM Partili belediyeye de kayyum atanıp gazetecilerin tutuklandığı bu baskıcı ortama bir de “açılım süreci” eşlik ediyor. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sürpriz manevrasıyla başlayan sürecin son büyük gelişmesi PKK lideri Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’ta örgütüne “Silah bırakın ve kendinizi feshedin” çağrısında bulunması oldu. PKK de çağrının hemen ardından ateşkes ilan ettiğini duyurdu. Devamında Bahçeli’nin İmralı heyetindeki DEM Partili siyasetçileri telefonla aradığını ve bu görüşmelerin samimi diyaloglara sahne olduğunu öğrendik.
Sürecin, demokratik ilerleme konusunda ne vaat ettiği bilinmese de, destekleyeni çok. Sürece eleştirel yaklaşan kesimlerin büyük çoğunluğu da en azından silahların susma ihtimali nedeniyle yıkıcı konuşmamaya çalışıyor. Bizzat sürecin içindeki siyasiler, karşı tarafın, yani Bahçeli’nin samimiyetinden söz ediyor. Hatta geçmişten bu yana onun hep “nazik” ve “iyi niyetli” olduğu, devlette kimsenin “Bahçeli kadar asil duramadığı” anlatılıyor.
Bu yaklaşım haliyle 1 Ekim’den sonra başlayan ve bugüne gelen manevrayı da “bir liderin feraseti” ile açıklama sonucunu doğuruyor. Kişisel duygu ve temenniler etrafında barışın ne denli hayati bir olgu olduğu anlatılırken, devletin Kürt hareketine yönelik tutumunun hangi gerekçelerle 180 derece döndüğünün üzerinde yeteri kadar durulmuyor. Üstelik baskı son viteste sürdürülürken, hukuksuzluklara her gün bir yenisi eklenirken…
Memleketin siyasi gündemi, Batman serisinin karakterlerinden Harvey Dent’in, namı diğer Two-Face/İki Yüz’ün eşkaline benziyor. Sağından bakınca gülümsüyor gibi solundan bakınca ağır hasarlı… Bir tarafı diğer tarafını tutmuyor, sadece görünene bakarak tanımlamak da mümkün olmuyor. Tıpkı Türkiye siyaseti gibi; ortam yumuşamıyor, bilakis sürekli daha da sertleşiyor lakin bunla tezat şekilde Kürt hareketine ılımlı bir yaklaşım sergileniyor. Demokrasi yok ama “açılım” var!
Çünkü rejim tam da buna ihtiyaç duyuyor. Belli bir taban desteğine dayansa da ülkedeki yapısal sorunlar nedeniyle rıza üretme kapasitesini yitiren ve iktidarını sürdürme krizine giren rejime, böylesi iki ayaklı bir strateji gerekiyor. Olayın bir yönü, yeni bölge gerçekliğinin dayattığı koşullar. Suriye emperyalist aktörler tarafından yeniden organize edilirken ülkedeki mevcut güç dengeleri, devleti de zorunlu bir revizyona itiyor. Öte yandan bu revizyon, iç politikada da çıktı üretebilecek bir potansiyel taşıyor.
Demokratik kanalların açılmasıyla oluşacak özgürlük ortamının ve muhalefetin serbestçe politika üretmesinin, ağır sorunların yaşandığı Türkiye’de kendisine karşılanması güç bir siyasi maliyet çıkaracağını bilen iktidar, otoriterleşmeden bir adım geri atamıyor; ancak, mevcut kitle desteğiyle yola devam edemeyeceğini de yadsımıyor. Dış konjonktürün zorladığı dönüşüm, iktidar açısından ana motivasyonu Türkiye’deki hükümranlığı sürdürme olan bir sürece zemin olarak kullanılıyor. Geniş muhalif tabanı dağıtmak için Kürt hareketine el uzatılırken, aynı anda iktidarı muhafaza etme uğruna geri kalan muhalefete dört bir koldan saldırılıyor.
Barış elbette güzel bir kelime. Aklı başında hiç kimse, silahları devre dışı bırakacak bir iklimin yeşermesine itiraz etmez. Fakat hem süreç özelinde bir yığın soru işareti hem de içinde iktidarın niyetinin saklı olduğu bir politik arka plan var. Bu gerçekliği görmeden, meseleyi nasıl bir ideolojik görüşe sahip olduğu bilinen bir siyasetçinin “politik öngörüleri”, “yüce gönüllülüğü” ve “cesaretiyle” izah etmek, biraz insan aklıyla alay etmek anlamına geliyor.
HALK TV’YE GEÇMİŞ OLSUN
Halk TV’deki meslektaşlarımıza açılan “bilirkişi” davasında dün ilk duruşma görüldü ve karar çıktı. 34 gün önce Suat Toktaş’ın tutuklanmasına, Kürşad Oğuz, Barış Pehlivan, Seda Selek ve Serhan Asker’in gözaltına alınmalarına neden olan haberde suç bulunamadı. Çünkü zaten suç yoktu, ortada yalnızca gazetecilik faaliyeti vardı. Başta yargılanan meslektaşlarımız olmak üzere tüm Halk TV ailesine geçmiş olsun. Bu yargılama süreci, gözaltı ve tutuklamaların adalete değil, yalnızca topluma korku salmak ve iktidar karşıtlarına zulmedilmesini isteyen akla hizmet ettiğini göstermiş oldu.