Bunaltı
Başlığı anksiyetenin karşılığı bir psikiyatri kavramı olarak düşünmemiştim. Kafamın içinde bir arkadaşın TÜSİAD’ın başına gelenler için yazdıkları dönüp duruyordu: “Sustular sustular / Sıra onlara geldi. / Biz de sustuk. / Bakalım bize ne zaman sıra gelecek?”
TÜSİAD’cıların “Ülke olarak moralimiz bozuk” ifadesinin yansıması bir ruh hali gibi.
Bunaltı belirtilerinden biri, bir kötülük beklentisi olarak, “ya olursa” düşüncesinin insanı bir türlü rahat bırakmamasıymış. “Bakalım bize ne zaman sıra gelecek?”in bir başka hali de “Ya sıra bize de gelirse?” endişesi aslında. Kimde yok ki!
İşte Trump kendini kral ilan etti! Hedefinde yalnızca göçmenler yok, karanlık bir geçmişi hatırlatan genetik üstünlük takıntısıyla engellileri de aşağılıyor. Uçak kazalarının engelli federal hava trafik kontrolörlerinin suçu olduğunu ima ederek, hak savunucularının tüylerini diken diken etti.
Amerika’yı göçmenleri ve engellileri yok ederek “tekrar büyük” yapacak! Yasayı, hukuku, hakkı, denge ve denetleme kurumlarını da yok ederek!
Kendisine bir tür “küresel kral”lık vehmeden Trump, Avrupa’da ve dünyanın başka yerlerinde kendi benzeri “kralcıklar”ın hükmettiği bir düzen peşinde.
Almanya’nın yarınki seçimi bu açıdan son derece önemli. Orada da yabancıları, göçmenleri hedefe oturtan siyaset, Avrupa’nın birçok ülkesinde olduğu gibi adım adım iktidara yaklaşıyor.
Gel de bunaltı yaşama!
İspanya bu göçmen düşmanı faşizan kafalara karşı bambaşka bir yerde durarak bir başarı öyküsü yarattı. Göç konusundaki radikal farklı yaklaşımı ekonomisinin büyümesine katkı sağladı; göç arttıkça GSYİH’sı yükseldi ve işsizlik 2008’den bu yana en düşük seviyesine geriledi. 2024’te Alman ekonomisi yüzde 0.2 daralır, Fransa yüzde 1.1, İtalya yüzde 0.5, Birleşik Krallık 0.9 büyürken, İspanya yüzde 3.2 büyüdü.
The Economist’in “dünyanın en iyi ekonomisi” dediği İspanya’nın bu başarısı, biraz da Pedro Sánchez hükümetinin Avrupa’nın diğer ülkelerinden son derece farklı göç politikasına bağlanıyor.
İspanya dışındaki Avrupa’ya, Trump’lı ABD’ye ya da kendi halimize bakıp da bunaltı yaşamamak mümkün değil.
Geçen gün, kendi bunaltımı bir nebze aşmak için, ArtAnkara Çağdaş Sanat Fuarı’na gittim. Bugün ve yarın da açık, fırsat bulursanız gidin; müzik, edebiyat, resim, heykel, kısacası sanat, bunaltı tedavisinde etkili.
Kesin tedavi ise bunaltıya yol açan toplumsal koşulları değiştirecek mücadele!
“Sustular sustular / Sıra onlara geldi. / Biz de sustuk. / Bakalım bize ne zaman sıra gelecek?” Kafamın içinde bu dörtlük dolaşıp dururken girdiğim Fuar alanında, bir mücadele içinde aynı yolda yürüdüğümüz iki arkadaşımı, hayranlıkla izlenen eserler yaratan sanatçılar olarak görmek iyi geldi.
Ekrem Kadak, Samsun’daki yatılı okul günlerinden; Murat Çavuşoğlu, ODTÜ öğrenciliği günlerimizden beri, daha iyi bir dünya için bedeller ödeyerek yol yürüdüğümüz arkadaşlarım.
Ekrem, şimdi camaltı tekniği ile harika tablolar yaratan ve dünyaya sanatıyla güzellik katan önemli bir ressam.
Murat, farklı malzemelerden ve atıklardan ürettiği heykellerle mesajlar veren bir heykel sanatçısı.
İkisini ve yaratıkları eserleri görmek bunaltıma iyi geldi.
Bir de gittikçe daha güçlü duyulan “kurtuluş yok tek başına” sesleri ve ortak mücadele çağrıları… Özgür Özel şimdi muhalefet partilerini dolaşıp “Biz özgürlükleri savunan, hukuku savunan, demokrasiyi savunan kim varsa onun yanındayız” diyor ya. Çok da iyi yapıyor.
Düşünsenize; özgürlükleri, hukuku, demokrasiyi savunan bir milyon insan kol kola girmiş yürüyor! Ne bunaltı kalır ne de iç sıkıntısı! Büyüyen bir umut siler süpürür hepsini!