Polatlı Gündem Haber

reklam

Kırmızı kart iktidarı durdurur mu? Fatih Yaşlı

REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
Kırmızı kart iktidarı durdurur mu? Fatih Yaşlı
99 views
15 Ocak 2025 - 11:33
REKLAM ALANI

(300x250px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.

“Başta Özel olmak üzere CHP yöneticilerinin kampanyayı beğenmeyenlere yönelik öfkesine bakın, o öfke kendilerine yönelik güvensizliğin ve ciddiye alınmamanın farkındalığıyla ilgili.”

Türkiye 2025 yılına sermayenin halka yönelik tepeden sınıf saldırısını daha da şiddetlendirmesiyle girdi. Asgari ücrete yapılan zam yüzde 30’da kaldı, en düşük emekli maaşı 15 bin lirayı dahi bulmadı, memurlara ve memur emeklilerine ise yüzde 11,5 gibi bir zam yapıldı.

Maaş ve ücretler daha cebe girmedi ama hem devlet hem de şirketler yeni yılın ilk gününden itibaren vergi ve zam dalgasını başlattılar, halkın reel alım gücünün aşındırılması ve emeğin üretilen zenginlikten aldığı payın azaltılması süreci hız kesmeden yoluna devam etmiş oldu böylece.

Artık kemer sıkmayı da geçerek boğaz sıkmaya dönüşmüş bu tür bir programın böylesine bir sessizlikle ve herhangi bir toplumsal tepki olmadan uygulanabildiği, sıkıyönetim ve darbe dönemleri hariç Türkiye tarihinde hiç görülmemiştir. Şimşek bu anlamda tarihin en şanslı ekonomi bakanıdır, ülkede yaprak kımıldamamaktadır.

İktidarın Türkiye’nin sermaye düzenine yaptığı en büyük iyilik, adı konulmamış bir olağanüstü hal rejimi altında, sendikasız, grevsiz, eylemsiz, boykotsuz bir ülkeyi mümkün kılmış olmasıdır. Türkiye, iktidarın sopası kadar muhalefetin de basiretsizliği sayesinde, aleni bir soygun ve yolsuzluk düzenine kimsenin itiraz etmediği, büyük bir sessizliğin hükmünü icra ettiği, toplumun toplum olmaktan çıkartılıp sürüleştirildiği bir ülkedir artık.

Hal böyle olunca yolsuzluğun tarihini yazanlar muhalefete yolsuzluk operasyonu yapabilmekte, mevcut anayasaya ve anayasal yargı kararlarına riayet etmeyenler yeni bir anayasadan söz edebilmekte, Kürt sorununun varlığını inkâr edenler barış ve çözümden söz edebilmektedirler olanca pervasızlıklarıyla.

Böylesine çoklu bir kriz konjonktüründe dahi iktidarın oyun kurma ve gündem belirleme yeteneğini yitirmemiş olması, devleti sermayeyi ve medyayı kontrol etmesi kadar karşısındaki muhalefetin çapsızlığı ve gerçek bir irade ortaya koymaktan uzak olmasıyla da ilgilidir.

Eğer 31 Mart seçim sonuçları doğru bir şekilde değerlendirilebilse ve iktidarın bu topluma yeni bir hikâye anlatma yeteneğini yitirdiği görülüp bunun üzerine gidilse, bugün Türkiye bambaşka şeyleri konuşuyor olabilirdi; oysa Özgür Özel CHP’si halkın kendisine rağmen kazandırdığı bir seçimi götürüp iktidara hediye etti.

Şimdilerde tamamen unutulan “normalleşme/yumuşama” edebiyatıyla iktidara altı ay boyunca zaman kazandırmak yerine, 31 Mart seçim sonuçlarının gerisindeki asıl nedene, yani “ekmeğin küçülmesine” oynansa ve bunun üzerine siyasal bir strateji kurulsaydı iktidarın eli şimdiki gibi rahat olmayacaktı.

İktidar ise şimdi daha net bir şekilde görülebiliyor ki normalleşme/yumuşama derken, aslında zaman kazanma peşindeydi ve Erdoğan’ın ömrü vefa edene kadar o koltukta oturması üzerine kurulu bir oyunun senaryosunu yazıyor, sergilemek için de bir fırsat kolluyordu. Oyunun ilk perdesi ise 1 Ekim günü Bahçeli’nin TBMM açılışında DEM Parti’li vekillerin elini sıkmasıyla ve bunu Erdoğan’ın “iç cephe” çağrısına uymakla izah etmesiyle açılacaktı.

Öcalan’ın TBMM kürsüsüne davet edilmesiyle oyun daha da heyecanlı bir hal alırken Suriye’nin cihatçılar tarafından işgaliyle birlikte yeni bir perde açılacak, iktidar fetihçi ve yeni-Osmanlıcı hikâyeyi yeniden anlatmaya başlayacak ve böylece oyunu daha gerçekçi temellere oturtma şansına sahip olacaktı.

Şimdi Erdoğan-Bahçeli ikilisi, bunu hayata geçirmeleri ne kadar mümkün bilinmez ama “Suriye’nin fethi”nden sonra da bir de “PKK’ya silah bıraktırma” hikâyesini pazarlamaya ve bunun üzerinden iktidarlarını tahkim etmeye, rejimi mutlak anlamda yerleştirmeye çalışıyorlar.

Siz bakmayın Bahçeli’nin “süreçle yeni anayasa ve cumhurbaşkanının yeniden seçilmesi arasında herhangi bir bağlantı yok” minvalindeki sözlerine; Erdoğan adaylığını Urfa’da İbrahim Tatlıses aracılığıyla açıkladı bile. AKP sözcüsü Ömer Çelik de “bu şekilde bağlanmasından da memnuniyet duyduk. Formüle bakarız” diyerek bunu şimdiden teyit etmiş oldu.

Suriye’nin fethi ve PKK’ya silah bıraktırma hikâyesinin varacağı yer elbette ki Erdoğan’ın bir kez daha cumhurbaşkanı adaylığı olacak, bu çok net. Bunun böyle olacağını anlamak için ise çözüm, barış vs. derken muhalefete gösterilen sopaya bakmak yeterli.

MHP’li İsmet Ataman aylar önce Esenyurt Belediyesi’ne kayyım atandığında, CHP-DEM Parti işbirliğiyle kazanılan Akdeniz ve Toroslar belediyelerini işaret etmiş ve sıranın onlarda olduğunu söylemişti. Kimileri Bahçeli ile Erdoğan arasında sürece dair görüş farklılıkları bulunduğu, kayyımların Bahçeli’nin isteği hilafına atandığı, devlette iki farklı kanaat olduğu gibi açıklamalarla toplumu uyutadursun, bu sefer de Akdeniz Belediyesi’ne ve gayet eşgüdümlü bir şekilde kayyım atandı.

Esenyurt’tan beri izlenen stratejiye uygun bir şekilde, Akdeniz Belediyesi’ne kayyıma CHP’li Beşiktaş Belediyesi’ne yönelik yolsuzluk operasyonu eşlik etti. Ortada bir yolsuzluk var mı yok mu bilinmez ama bunun belediyeleri çökertmeye yönelik stratejinin bir parçası olduğu çok açık. Üstelik mesele sadece belediyeleri çalışamaz hale getirmek değil; hem CHP’yi terörle işbirliği yapıyor gibi göstermek hem de –evet ikisi de aynı anda mümkün- çözüm havucu uzatılan DEM Parti ile sürece nasıl dâhil olacağını bilemeyen CHP arasındaki ittifak zeminini sarsmak.

Buradan varılacak esas yer ise elbette ki İmamoğlu olacak. Önce Esenyurt, şimdi Beşiktaş derken, sürecin İBB’ye uzanma ihtimali hayli yüksek. Eğer İmamoğlu’na bir siyasi yasak gelecekse, bunun hem terörle işbirliği hem de yolsuzluk sosuna batırılması gerekiyor ki “Erdoğan en güçlü rakibinin önünü ayak oyunlarıyla kesti” şeklindeki kanaat zayıflatılabilsin, bunun üzerine bir söylem geliştirilebilsin.

Peki hal böyleyken CHP ne yapıyor, tüm bu gidişatı durdurabilecek bir akla ya da iradeye sahip mi?

Bu soruya “evet” şeklinde bir yanıt vermek mümkün görünmüyor; son “kırmızı kart” kampanyası da bunu çok net bir şekilde gösteriyor.

Normal şartlarda ekonomi üzerine kurulmuş, popüler bir kampanyanın işe yarar olduğu söylenebilirdi. Ancak bir siyasi kampanyanın içeriği kadar hazırlanışı, sunuşu ve altyapısı da önemlidir. Eğer siz herhangi bir altyapıyı hazırlamadan ve “şu saatte büyük bir sürprizimiz olacak” tarzı tuhaflıklarla böyle bir işe girişirseniz, sonucun hüsran olması kaçınılmazdır.

Sonuç hüsrandır; çünkü kampanya ölü doğmuştur, CHP’liler tarafından bile dalga konusu yapılmakta ve ciddiye alınmamaktadır. Başta Özel olmak üzere CHP yöneticilerinin kampanyayı beğenmeyenlere yönelik öfkesine bakın, o öfke kendilerine yönelik güvensizliğin ve ciddiye alınmamanın farkındalığıyla ilgili. O yüzden halka sinirleniyorlar, o yüzden iktidara göstermeleri gereken kırmızı kartı halka gösteriyorlar. Halk tarafından ciddiye alınmamak ve halkla bu şekilde kavga etmek ise bir siyasi organizasyon için en büyük felakettir, bunu görmüyorlar.

Velhasıl, normalleşme, yumuşama, çözüm, barış, yeni anayasa, iç cephe vs. derken iktidar çizdiği yol haritasına uygun bir şekilde yürümeye, muhalefet ise ne yapacağını bilmez bir halde ortalıkta dolanmaya devam ediyor. Bu tabloyu ise –belki klişe gibi gelebilir ama- ancak tek bir şey değiştirebilir, ya şimdilerde ölüm sessizliğine bürünmüş halk, üzerindeki o ölü toprağını atarak bir siyasal özne olarak sahneye çıkacaktır ya da Türkiye bu kısırdöngünün içerisinde sürüklenmeye devam edecektir. Hakikatimiz budur.

https://haber.sol.org.tr/yazar/kirmizi-kart-iktidari-durdurur-mu-397427

REKLAM ALANI

(728x90px)

Esnek veya Sabit Ölçü Verebilirsiniz.
REKLAM ALANI

(336x280px)

Anasayfa Sağ Bloka Esnek veya Sabit ölçülerde SINIRSIZ reklam alanını şablon olarak ekleyebilirsiniz. Şuan örnek olarak sadece 2 reklam kullanıldı.

Sitemizde yayınlanan haberlerin telif hakları gazete ve haber kaynaklarına aittir, haberleri kopyalamayınız.