Onat Kutlar’ın izinden: Kalemle ve hayatla göz göze
Onat Kutlar’ın bıraktığı eserler ve Yasemin Cebenoyan’ın hayalini kurduğu projeler hâlâ insanlara umut ve direnç aşılıyor. Onları anlamak, yalnızca sanatlarını değil, insan olmanın anlamını da kavramak demektir. Ve belki de en önemlisi, onların bıraktığı izler hâlâ soruyor: Yaşamak, yaratmak ve direnmek… İnsan başka ne yapabilir?
Okay Taşlı – Araştırmacı
Onat Kutlar, Türk edebiyatının ve sinemasının nadir karşılaşılabilecek çok yönlü isimlerinden biriydi. Onu yalnızca edebî eserleriyle değil, sinema alanındaki öncülüğüyle de anıyoruz. Ancak, 30 Aralık 1994’te İstanbul’da The Marmara Oteli’nin kafesinde PKK tarafından düzenlenen bombalı terör saldırısında ağır yaralandı ve 11 Ocak 1995’te hayatını kaybetti. Bu saldırı yalnızca Onat Kutlar’ı değil, genç arkeolog, öğretmen ve rehber Yasemin Cebenoyan’ı da aramızdan aldı. Hayatlarını teröre kurban verdiğimiz bu iki insan, geride derin bir yas ve onurlu bir duruş bıraktı. Kutlar’ın ölümü, edebiyat ve sinema dünyası için derin bir kayıptı; ancak bıraktığı eserler, bu trajik kaybın ötesinde hâlâ yaşamaya devam ediyor.
Onat Kutlar’ın edebiyatı, insanı merkezine alan bir sorgulama yolculuğudur. Öyküleri, yaşamın karmaşıklığını ve bireyin bu karmaşa içindeki varoluş çabasını ele alır. Kaleminden dökülen her sözcük, yaşanmışlıkların ve hissedilen duyguların bir kanıtıdır. İshak adlı öykü kitabında, sıradan insanların sıradışı yönlerini ve sıradan anların yoğun duygusal arka planını işler. Hayatın küçük detaylarında büyük anlamlar bulur. Onat Kutlar, bu yönüyle yaşamı bir sanat eserine dönüştüren bir ustadır.
Sinema alanındaki katkıları ise yalnızca senarist ya da eleştirmen kimliğiyle sınırlı değildir. Türk sineması, onun sayesinde uluslararası ölçekte düşünülmeye ve tartışılmaya başlandı. Sinemanın bir görsel sanat olmanın ötesinde bir düşünce biçimi olduğunu dile getiriyordu. Yusuf ile Kenan filmi için yazdığı senaryo, çocukların gözünden Türkiye’nin toplumsal gerçekliğini işlerken, insan ruhunun derinliklerini de keşfe çıkıyordu. Ayrıca, Erden Kıral’ın 1983’te Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı dahil dört ödül kazanan filmi, Ferit Edgü’nün O adlı düşsel anlatısından Onat Kutlar tarafından senaryolaştırılmıştı.
Kutlar’ın ve Cebenoyan’ın trajik ölümü, terörün yalnızca fiziksel değil, kültürel ve manevi bir yok edici olduğunu bir kez daha hatırlattı. İstanbul’un göbeğinde, bambaşka hayatları anlatmaya devam edecek eserler yaratacağı bir dönemde, Kutlar’ın ışığını söndürmeye çalıştılar. Ancak, bu ışık asla sönmez; eserleri ve düşünceleriyle hep aydınlatmaya devam eder. Yasemin Cebenoyan ise arkeolog, öğretmen ve rehber olarak mesleki birikimiyle insanlığa katkı sağlıyordu; her ikisinin de dünyaya katacakları nice değer, insanlığın ortak kaybına dönüştü.
Bugün, Onat Kutlar’ı ve Yasemin Cebenoyan’ı hatırlarken, onları yalnızca bir saldırının kurbanları olarak değil, hayatı sanatla ve bilgiyle anlamlandırmaya çalışan cesur insanlar olarak görmeliyiz. Onların mirası, insanlığın sanatla ve bilgiyle direnme gücünü, terörün karşısında dimdik duran yaratıcı enerjiyi temsil ediyor.
Onat Kutlar’ın bıraktığı eserler ve Cebenoyan’ın hayalini kurduğu projeler hâlâ insanlara umut ve direnç aşılıyor. Onları anlamak, yalnızca sanatlarını değil, insan olmanın anlamını da kavramak demektir. Ve belki de en önemlisi, onların bıraktığı izler hâlâ soruyor: Yaşamak, yaratmak ve direnmek… İnsan başka ne yapabilir?