Selim İleri ve buğulu gerçeklik
Selim İleri’yi herkes tanır. Bendeki Selim, hayatı kalbi avucunda yaşayan, ama hayatın acılarını ve sertliğini de bilen, hem nazik ve naif ama yerine göre de esprili ve hınzır, Türk ve Dünya edebiyatını çok iyi bilen ama bu külliyatların arasından kendi özgün tarzını doğuracak kadar kumaşını kendi dokuyan özgün bir terzi ve hoşsohbet bir dost…
Hakan İşcen – Yazar, Şair
Ah Selim, şair yazarım, benim muzip dostum, bu satırları da kaleme alacak mıydım?…
Oysa daha sayılı günler öncesinde, seninle Koço’da, Safa Meyhanesinde edebiyattan, şiirden, vefasızlıktan, ama çokça anılardan ve senin her yapıtında yâd ettiğin eski dostlarından, o güzel insanlardan bahsediyorduk. Mel’un da Sayru’nun dediği gibi, “Bir gün her şey mazide, sadece yazdıklarımızda mı kalacak?…” Oysa şimdi Tanpınar’ın imlediği gibi, ne içindeyiz zamanın ne de büsbütün dışında…
Hayır, bu yazıda geçmiş zaman kipini asla kullanmayacağım.
Selim İleri’yi herkes tanır. Bendeki Selim, hayatı kalbi avucunda yaşayan, ama hayatın acılarını ve sertliğini de bilen, hem nazik ve naif ama yerine göre de esprili ve hınzır, Türk ve Dünya edebiyatını çok iyi bilen ama bu külliyatların arasından kendi özgün tarzını doğuracak kadar kumaşını kendi dokuyan özgün bir terzi ve hoşsohbet bir dost.
Onun birçok metnine işleyen poetikası bence şu: Pek çok anı ve imge, herkes tarafından bilinen edebi karakterlerin ama bilinmeyen yaşanmışlıklarıyla bize tekin olmayan bir gerçekliği yansıtırken, arka planda sitem ve özlem duygularıyla karışık hüzünlü bir sis bu gerçekliklerin üstünü örter. Biz bu gerçeklikleri, adını bile unuttuğumuz bin bir renkli çiçeklerle bezenmiş kokulu bahçelerden odamıza gelen ve bahar esintisiyle dalgalanan bir tülün ardından, onun elverdiği ölçüde alımlarız. İşte ben bu anlatımı, sadece Selim’in şahsına mahsus “Buğulu Gerçekçilik” olarak adlandırıyorum.
Edebiyatın her türünde, oyun ve senaryo dahil olmak üzere 100’ü aşkın yapıta imza atan Selim İleri’nin ana izlekleri yalnızlık, melankoli, aşk, vefa, özlem ve tabii ki İstanbul. İstanbul onda bir mekân değil, pek çok romanında ana karakterlerinden biri. Bunun yanında aydın eleştirisi, özgürlük arayışı, toplumdaki yabancılaşma ve iletişimsizlik bağlamında siyasi ve sosyolojik temalara da yapıtlarında yer verir.
Avangart yazsa da avangart yaşamaz. Bunu onun naif ve alçakgönüllü oluşuna bağlıyorum. Her dost sohbetlerinden ayrılışımda, öğrendiklerim yüzünden “Acaba yeteri kadar değeri biliniyor mu?” düşüncesini üstümden atamadım. Bu ülkede sadece yazarak yaşamak zordur. O, bunu başardı.
Dili, bilinç akışından çok, şiirsel iç konuşmalar, hatırlamalar, sayıklamalar şeklinde kâğıda yansır. Anlatıcının belirsizliği bakış açılarını zenginleştirir, metne derinlik sağlar. Sözcüklere düşkündür, öz Türkçe kıyımına onları asla feda etmez, sayfa aralarında minnetle saklar. Metinler, ev, köşk ama en çok bahçelerde geçer. İflah olmaz bir bahçe ve çiçek tutkunudur.
Sanıldığının aksine geçmişte yaşamaz, geçmişi güzellemez, güncelin içinde yaşar ve ondan beslenir. Mazinin hüznü yaşansa da, yaşanan zaman bugündür. Üstelik bu hüznü yaratan da bugünün sığlıklarıdır. Selim ne zaman geçmişten bahsediyorsa, aslında söz etmek istediği bugündür. Maziye bulanmış bir bugün. Dilinin zamanı ise, kronolojik değildir. Çizgisel akmaz, sıçramalar yapar. Onun zihninin kendine has bir anlıksal zamanı vardır, okudukça öğrenir ve alışırsınız.
Olay romanı yazmaz. Kişiler ön plandadır ve eylemden çok onların iç dünyalarına ışık tutar. Fanatik bir okur kitlesi vardır ve bu kitle homojen değildir. Çünkü Selim İleri, bir köprü, bu toplum için örnek bir sentezdir. Köprü iki yakanın da özelliklerini üstünde taşır. Bir yanda Hümanizm ve Modernite, diğer yanda yerlilik ve mazi…
Özellikle 20. yüzyıl Türk Edebiyatının neredeyse tek başına kolektif belleğidir. Türk Edebiyat tarihini ve gerçek karakterlerini şiirsel diyalog ve iç monologlarla pek çok kurmacasına konu etmiştir. “Roman yazmak, hayat çalmak değil midir?” derken bunu kastetmiş olmalı. Üstelik bu hayatlar bizim Edebiyat tarihi bağlamında bildiğimiz ama aslında hiç tanımadığımız hayatlardır. Belki de başka türlü okunamayacaklarından endişe duyduğu için, durumdan vazife çıkarmış, pek çok genç okuru Peride Celal, Reşat Nuri, Yakup Kadri, Halide Edip, Hüseyin Rahmi, Halit Ziya, Refik Halit, Abdülhak Şinasi ve tabii ki Ahmet Hamdi Tanpınar ile tanıştırmıştır. Yaşadınız Öldünüz, Bir Anlamı Olmalı Bunun… Diğer romanlarında olduğu gibi, ne güzel bir isimdir bu… Eminim, Selim’i de orada vefalı bir dost, çalışkan bir öğrencileri olarak bağırlarına basacaklardır.
Şairleri de unutmamıştır tabii. Atilla İlhan, Behçet Necatigil, Ahmet Haşim, Oktay Rıfat, Melih Cevdet, Ziya Osman, Gülten Akın ve niceleri, metinlerinde sıkça geçer. Dünya Edebiyatından kopuk sanılır. Oysa sohbetlerinden yakın şahidiyim; Kafka, Camus, Proust, Woolf külliyatlarını okumuştur. Flaubert, Joyce, Henry James, Katherine Mansfield aynı şekilde. Rus klasikleri ve özellikle Çehov hâlâ başucu kitabıdır.
Şair veya yazar olan gerçek kişilerden yola çıkarak, sezdirdiği, andırdığı, devşirme karakterler de yaratır. Böylelikle metinlerin iç gerçekliği ve karakter zenginliği artar. Diğer yandan adeta maziyi temize çekerek, maziye gitme biçiminde değil, bugüne getirerek yeniden inşa eder. Yıkılan semtlerle, yıkılan hayallerle, sığlaşan duyarlılıklarla, mazi üstünden aslında bugünün eleştirisini yapar. Aynı zamanda bu tarihsel kişiliklerden yararlanarak onların yaşadığı dönemin siyasi ve kültürel koşullarıyla bugünün koşulları arasında onların ağzından hesaplaşmaya da girişir. Bu cesaret gerektirir. Maalesef Selim, mazi sevicilik, Osmanlıcılık, yerellik, hatta toplumsal kaygılardan uzak kalmakla haksız eleştirilere de uğramıştır. Dost sohbetlerinin birisinde Erdal Eren için, “Bu yaşta bir çocuğu nasıl asarlar…” diye masa başında ağladığına bizzat şahit oldum. Bu saatten sonra hiç anlamı yok tabii, sadece kişisel, önemsiz bir not.
Onun için yazılacak daha pek çok şey, pek çok anı var. Ama yerimiz dar. Acaba onun bir şansı olsaydı hayatı hakkında ne söylerdi derseniz, onun için, onun ağzından yazdığım aşağıdaki şiiri, tüm söylenmemiş sözler adına ve ona her şeyden önce bir şair olarak, şiirle veda etmek anlamında buraya bırakıyorum:
***
ÇINAR
Selim İleri’ye.
Siz toprakta
sandınız;
yaşlı çınarın kökü dalında
son bir yaprağım.
vefa sandınız; oysa ben hepsini yaşadım
bahçelerden geçtim
kimsenin çimini ezmeden
dikenlerinizi suladım kanlı sessizliğimle
geçmiş sandınız; ben bugünü anlattım.
Sayru haklıydı;
mazi sadece
yazdıklarımızda yaşayacak
söz ürkek bir kuştur; yazı zamanın tunçtan sarkacı
yaşadığım her satırın sizde bir hatırı kalacak.