Yalnızca bir gün
Geçen hafta “bunaltı” yazmıştım ya; heyula gibi üzerimize çöken gündemden biraz kaçarak sanata sığınmanın iyi geldiğinden söz ettiğim…
Haftaya da gündemin dayattıklarıyla başlayıp, sizi dönüp dolaşıp söylediğim aynı şeyleri okumak zorunda bırakmak istemedim.
Yeni bir şey diye Almanya seçimini yazsam; bu konuda da kendimi tekrar edeceğim: Sağa yaklaşmanın sosyal demokratlar (SPD) için felaket olduğu, Sol’un (Die Linke) sol gibi olduğunda toplumun ilgisini çektiği bir kez daha kanıtlandı!
Baskı, hukuksuzluk, otoriterleşme, tek adam, her gün yeni bir operasyon, kayyım, gözaltı, hapis desem… Diyegeliyorum ve daha çok diyeceğiz…
Çare de belli: Hak, hukuk, demokrasi ve özgürlük isteyen herkesin, kendi önceliklerini bir adım geri alarak, siyasette adil yarışın olabileceği “demokratik parlamenter bir sistem” kurana kadar omuz omuza yürümesi!
AKP Kongresi deyip, müritler gibi, müthiş anlamlar çıkarıp uçayım mı? Ya da zaten bildiğinizi yazıp, dişe dokunur hiçbir şey yoktu mu yazayım?
Barış desem; gidip gelen heyetleri ve açıklamayı beklediğimi yazsam!
Epeydir barışın nasıl olup nasıl olmayacağına dair net bir görüşüm var: Barış, ancak çatışan tarafların geçmişte ve şimdi olanlara takılmadan, öncelikle bir ortak gelecek projesinde anlaşmalarıyla gelir. Dün yapıp ettiklerimizin yeni düşmanlıklar ve çatışmalar üretmeden tartışılabilmesi de, önce nasıl bir gelecekte birlikte yaşamak istediğimizi tartışmaktan ve bunda anlaşmaktan geçer.
Oranın epey uzağındayız ama o doğrultuda bir adım atılacaksa, eyvallah.
On yıllardır devrim diyoruz ya, devrimden sonra ne olacak ki?
Doğayı ve kendi dışındaki herkesi kendisi için yağmalamayan, her bir vatandaşın iyiliğini ve onurunu önceleyen, kararların ortaklaşa alındığı, ekonomide ve toplumsal cinsiyette eşitliği içselleştirmiş, “ben” değil “biz” diyen bir dayanışmacı toplum… Meramımız aşağı yukarı bu işte!
Bunun için de devrimden sonrası beklenmeyecek. Beklersek, geçmiş olsun. “Devrim! Hemen, şimdi…” derken kastedilen düşlenen o dünyanın ilişkilerini bugünden kurmak ve yaşamak değil mi?
Her şeye karşın ve her koşulda bir hayatı yaşıyoruz zaten. Mesele nasıl yaşadığımızda.
Bir süredir, yaşamayı “bir gün”le sınırlayan bir anlayışa sarıldım.
Kaç yıl önce ve hangi ülkedeydi hatırlamıyorum; uluslararası bir gazetecilik toplantısında, İsrailli gazeteci-yazar ve de maraton koşucusu Yossi Melman’la “şişkolukla mücadelem” üzerine konuşuyorduk. “Yürüme, koşma, diyet, tamam ama en çok şu önemli” demişti: “Asla uzun vadeli bir program yapma. Sadece 1 günlük programlar yap. Misal, yürüyeceksin. Her sabah kalk ve ‘yürüyeceğim’ de, ‘sadece bir gün, o da bugün!’ Çok mantıklı da olsa bir bahaneyle ara verirsen, tekrar başlayamazsın.”