KAMUOYUNUN DİKKATİNE!

Sevgili Yurttaşlar, Kıymetli Kamu Emekçileri,
Sendikalar ve bağlı bulundukları konfederasyonlar, sadece kamu emekçileri, işçiler, emekçiler ve emeklilerin haklarının savunmak ve emeğin örgütlenmesi için değil; zamanı geldiğinde ülkesinin ve toplumsal muhalefetin de örgütlenmesine ve de mücadele zemininin büyümesine katkı koyar. İşte, şu an tam da o dönemlerden geçmekteyiz. Asgari ücretin sefalet ücreti olması, işçi ve memur emeklilerinin ölüm-kalım savaşına terk edilir bir maaş zammıyla hayata tutunması, milyonların geçinemiyoruz haykırışları, esnafın bitme noktasına gelmesi, kamu emekçilerinin devlet memurluğundan iktidar memurluğuna zorlandığı bir süreci yaşıyoruz.

Yaşadığımız süreç, sadece ülkemizin çalışma hayatının sorunları ile sınırlı değil. Adaletin her geçen gün yok sayılışı, toplumsal barışın kelimelerden ibaret oluşu, eğitimin-sağlığın ticarileşmesi, cinsiyet eşitsizliğinin ve güvencesizliğin kalıcılaşmaya başlaması, ülke içi güvenliğin her geçen gün daha da zor bir hale gelmesi, Ortadoğu’yu kapsayan savaşlar, Suriye ve Filistin meseleleri ve artık ne söylediğini bilmez insanların iktidar hırsları uğruna dünün bebek katili, yarının yeniden Sn. Öcalan’ına “umut hakkının” baya baya somut bir hale gelmesinin önerildiği bir ülke sürecini yaşıyoruz.

Hepimizin bildiği üzere; MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, 22 Ekim’de terör örgütü elebaşına, örgütü lağvetmesi koşuluyla, “Umut hakkı için başvurması ve TBMM’de DEM Parti Grup Toplantısı’nda konuşması” için çağrı yapmıştı. Bu çağrıya, beldelerine dahi “kayyım” atanmış DEM Parti’nin geçmiş çözüm sürecini inkâr edercesine bir hevesle sıkı sıkıya sahip çıkması, toplumsal barıştan daha çok, koltuk erklerinin hiç tereddüt etmeden halkımızın ve farklılıklarımızın üzerine basarak inşa ettiği kirli bir yeni çözüm süreci olduğunu tarif etmek, pek yanıltıcı olmaz.

Şunu hemen belirtelim ülkemizin; toplumsal barışa, adalete, eşit yurttaşlığa, güvenceye ve tüm zenginliklerimiz ile birlikte bir arada yaşamaya ve Demokratik-Halkçı Anayasa’ya ihtiyacı var. Cumhuriyetin ilanından günümüze kadar gelen bir hesaplaşma yaşıyoruz. Omuz omuza kurulan ilerici Cumhuriyetimiz, ne yazık ki iç ve dış kirli odakların barış ve kardeşliğe vurduğu darbeleri yaşamıştır. Bu darbeler biçim ve şekil değiştirse de kendi iç barışımız ve ekonomik özgürlüklerimiz söz konusu olduğu her dönem, yeniden hortlamıştır. Bugün yaşananlar da bunun göstergesidir. İsmi ve kuruluş ilkesi “milliyetçilik” esası üzerine kurulu olan ama bugün tamamen milli bilinçlerini yitirmiş olan MHP ve onun Genel Başkanı, ne yaptığını bildiğini iddia ettiği ama koltuk erkinden başka hiçbir amaca hizmet etmeyen ve ne yaptığını bilmeyen kirli bir çözüm sürecine sarılmıştır.

Ödenilen bedelleri, yıkılan yuvaları, gözü yaşlı anaları-aileleri, binlerce insanımızı nasıl olur da yok sayarak, tamamen ülkemizin içerisinde olduğu süreci kendi koltuk bekalarına feda edebilirler? Bu, kabul edilemezdir! 45-50 senelik bir terör örgütünün, bugün halkımız nezdinde çözümün parçası olarak sunulması, ülkemize ihanettir.

Bugün, yeni ve demokratik bir Anayasa yapmak, toplumsal barışı sağlamak Anayasa’mıza ve ülkemizin toprak bütünlüğüne düşman eli kanlı terör örgütü ve onun çocuk katili liderine kaldıysa; o Anayasa’nın yapılmasını önerenler de ülkemize, halkımıza ve tüm değerlerimize karşı suç işlemektedir! Evet, yeni ve halkçı bir Anayasa kaçınılmazdır ama bu Anayasa’nın adresi ve paydaşları da belllidir. Ülkemizde tarihsel bir Kürt sorunu vardır ama bunun çözümü, elinde yurtaşlarımızın kanı olan canı değildir. Çözüm adresi Meclisimiz ve halkımızdır. O zaman yarın bir gün önümüze gelen tüm katillerden mafya baronlarına, dolandırıcılardan terör örgütü liderlerine “umut hakkı” tanınması da Anayasa’nın eşitlik ilkesi gereği hakkı olacaktır.

Demokratik ve halkçı bir Anayasa için meclis çatısı altında bulunan bütün siyasi partiler amasız/fakatsız bu sürecin paydaşı olmalıdır. Tarih bilimciler, akademisyenler, üniversiteler, sivil toplum örgütleri, araştırmacı yazarlar ve halkımızın da dahil olacağı en geniş zeminde bir Anayasa yapılması zaruridir. Ama ülkemizin kurucu değerlerini ve ilelebet tek lideri Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, tüm şehit ve gazilerimizi yok sayacak onların kemiklerini sızlatacak ve bıraktıkları onurlu mirasa ihanet içerisinde olan hiçbir teşebbüse “evet” diyemeyeceğimiz gibi; toplumsal ve ülkemize sorumluluğumuz gereği de karşı çıkarız.

Ayrıca daha birkaç hafta önce terör gerekçesi ile Mardin Halkının haklı oylarını alarak belediye başkanlığına seçilen Sn. Ahmet Türk’ün, Belediye Başkanlığından dertest edilip yerine kayyım atanması nasıl kabul edilemezse; bugün, aynı Ahmet Türk’ün İmralı ile çözüm sürecinde resmi müzakereci olması da kabul edilemezdir. Ahmet Türk’ün yeri hakkı olan belediyesi, DEM Partinin de meclistir ve iradesini temsil ettiğini iddia ettikleri seçmenlerinin arasıdır. Bu bağlamda herkes üzerine düşeni yapmalı ve geri dönülmesi çok zor hasarları ülkemize ve tüm toplumsal kesimlerimize bırakmamalıdır.

Biz Tüm Yerel-Sen olarak Demokratik-Halkçı ve çözümün Meclis olduğu Anayasa’ya varız ama terör örgüt liderinin sözde getireceği barışa ve Anayasa’ya yokuz! Bu süreç ile ilgili ne AKP Genel Başkanı Erdoğan ne Devlet Bahçeli ne de Öcalan ne yaptığını bilmiyor ve halkımızı yeni bir kutuplaştırmaya ittiğini, ibretle görüyoruz. Halkımızı ve tüm emekçilerimizi; ülkemize dair duyarlılığa davet ediyor ve kurucu değerlerimize saldırıların ancak birleşik bir halk muhalefeti ile püskürtüleceğini biliyoruz.

Tüm Yerel-Sen Genel Başkanı Mücahit DEDE