Türkiye’yi sarsan 7 gün
Erdoğan, siyasi yaşamının en riskli ve hatalı hamlesini yapmış görünüyor. Toplumsal muhalefet doğru eylem çizgisinde ilerlerse Erdoğan’ın siyasi ömrünün sonuna gelmiş olabileceği yorumu abartı olmaz. Yaşananlar başta gençler, kadınlar, toplumsal muhalefetin tüm unsurlarını harekete geçirdi. CHP de ‘sokak korkusu’nu aştı. Artık safları sıklaştırmak, farklılıkları değil ortak noktaları öne çıkartmak önem taşıyor.
Türkiye Lenin’in ünlü “Onlarca yıl geçer de hiçbir şey olmaz, öyle bir hafta gelir ki onlarca yıl içine sığar” sözünü doğrularcasına sarsıcı günlerden geçiyor. “Kartalkaya faciasının sorumluları bulunmadı, toplum tepkisiz kaldı; bakın Sırbistan’a, Yunanistan’a, gar ve tren kazalarına protesto için on binler sokaklarda” diye kitlenin pasifliğine dair karamsar yorumlar yapılırken; yıllardır birikmiş öfke ve hayatı değiştirmek için hâlâ tazeliğini koruyan umut bir anda büyük bir enerjiye dönüştü, yüz binler sokaklara-meydanlara döküldü, CHP’nin önseçim sandıklarının önünde “dayanışma” amaçlı uzun kuyruklar oluşturdu.
İmamoğlu’nun diplomasının iptali, hemen sabahında gözaltına alınıp ardından tutuklanması, bu arada toplumsal muhalefetin sokaklara taşması dizgesini zaten birlikte yaşadık. Şu ana kadarki gelişmelere bakarsanız, RTE siyasi yaşamının en riskli ve de en hatalı hamlesini yapmış görünüyor. Toplumsal muhalefetin doğru bir eylem çizgisi izlemesi halinde, siyasi ömrünün sonuna gelmiş olabileceğini bile söylemek abartı sayılmamalı.
Şu ana kadar yaşanan sürecin kazanımlarını, önümüzdeki riskleri, iç ve dış politikadaki parametreleri 10 maddede toparlama çabası, önümüzü görmek, geleceği planlamak açısından yararlı olabilir.
1- Giderek koyulaşan baskı ortamı, Gezi isyanının yeni yeni eklemelerle kriminalize edilmesi gayreti, politikacı-gazeteci-sendikacı-iş insanı demeksizin mesnetsiz sorgulamalar, yargılamalar, bazı durumlarda tutuklamaların yanı sıra ekonomik koşulların sade yurttaşlar için durmadan ağırlaşması toplumsal hoşnutsuzluğu artırmaktaydı. Tüm bunların kamuoyuna kaba, saldırgan, arsızca bir üslupla duyurulması da için için öfkeyi kabartmaktaydı. İmamoğlu’na yönelik diploma iptalinden, yolsuzluktan terör örgütü oluşturmaya kadar mesnetsiz suçlamalar; başta gençler, kadınlar, Cumhuriyet ve laiklik savunucuları, geçinemeyen emekliler toplumsal muhalefetin tüm unsurlarını harekete geçirdi, büyük bir kolektif enerji açığa çıktı. Bundan sonra safları sıklaştırmak, farklılıkları değil ortak noktaları öne çıkartmak büyük önem taşıyor.
2- “Normalleşme”, “helalleşme” söylemleriyle AKP rejimi ile köprüleri atamayan, bir nevi ortak çalışma (modus operandi) pratiği deneyen CHP, içinden geçtiğimiz süreçte sokak korkusunu aştı. Her direnişte, grevde, öğrenci hareketinde “sandığı” işaret ederken; daha bir yıl evvel seçilmiş yerel yöneticileri birer birer hapsi boylayınca, oy hakkına sıkışmış bir mücadelenin beyhudeliğinin farkına vardı. Saraçhane’yi karargah edinen, kitlelerin öz gücünün değerini kavrayan Özgür Özel kararlı bir lider imajıyla kürsüden kendi kanıtladı. Sandık ile sokağın birbirini dışlayan değil, aksine besleyen, güçlendiren dinamikler olduğu gerçeği bu süreçte daha net anlaşıldı.
3- 60’lardan başlayarak Türkiye’deki her toplumsal uyanışta gençlerin heyecanı, dinamizmi, gözü pekliği büyük rol oynadı. Üniversite dönemlerinde mayalanan tartışmalar, edinilen formasyon ülkenin düşünce yaşamına da damgasını vurdu. AKP rejiminin aşırı baskıcı, cezalandırıcı ortamında, yönetici görevlere üniversitenin iradesi dışında yapılan politik atamaların da etkisiyle özgür tartışma ortamı sönümlendirilmeye, öğrenciler disiplin altına alınarak toplumsal olaylara duyarlılıkları törpülenmeye çalışıldı. Ancak 19 Mart Çarşamba günü İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin barikatı yarmasıyla, adeta “uyuyan dev” uyandı, güçlü bir gençlik dinamiği açığa çıktı. Üniversite öğrencileri direnişin ana öznelerinden biri olarak ön saflarda yerini aldı.
4- Bahçeli’nin İmralı’ya yönelik iltifatkar mesajlarıyla başladığı kabul edilen “yeni barış süreci”, Kürt sorununda içtenlikle çözüm isteyenleri de zor bir duruma soktu. Çünkü bu yeni açılımın rejimin devamını sağlamak, Tek Adam’ın bir kez daha Saray’da ikametini uzatmak için bir kaldıraç olarak kullanılacağı; orta uzun dönemde Kürtler için de kendini konsolide etmiş bir baskı rejiminde özgürlüğü solumanın olanaksızlığı ortadaydı. Ortadoğu’nun güç denklemleri içerisinde ABD emperyalizminin cevaz verdiği, HTŞ’nin başını çektiği cihatçı güçlerin Suriye’ye Kürtlerin de yararlanacağı bir demokrasi getireceği beklentisinin de bir dayanağı yoktu. Nevruz kutlamalarına yönelik jestlere karşın, İmamoğlu soruşturmasında “Kent Uzlaşısı’nın bir suç sayılması”, Kürt hareketinin bir toplumsal dinamik olması gerçeğinden hareketle atılan adımların cezalandırılması, ayakların suya ermesini sağlamış görünüyor. DEM Parti’nin Saraçhane direnişiyle sergilediği dayanışma, Özel’in kürsüden verilen, Kürtleri incitici mesajları tamir etmek için gösterdiği özen Kent Uzlaşısı’nın sokağa taşındığı umudunu veriyor.
5- RTE’nin yaptığı celalli iftar konuşmalarına dahi kendi kitlesinin tepkisiz kalması, ajitatif mesajlarının coşkusuz, donuk bir ifadeyle karşılanması son hamlenin camiada bile karşılık bulmadığı izlenimini uyandırıyor. Çoğu orta sınıflaşmış, ekonomideki sarsıntılardan nasibini alacak olan muhafazakar kesimlerin huzurunun kaçtığı da tahmin edilebiliyor. Bu süreçte İyi Parti ve Zafer Partisi’nin açıkça operasyonun karşısında durması, laik duyarlılığı bulunan “milliyetçi” kesimin de muhalefet cephesine katılması, bırakın karşı saflarda gedik açmayı, Cumhur İttifakı’nın bütünlüğünü korumakta zorluk çekeceği, RTE’nin kendi camiasında bile artık “ikna ve rıza” mekanizmalarını harekete geçirmekte başarı kazanamadığı kuşkusunu uyandırıyor.
6- RTE’nin Trump ile yaptığı telefon görüşmesinden hemen sonra operasyonun düğmesine basması Washington’dan cüret, hatta onay aldığı yorumlarına yol açtı. Doğru, Trump insan hakları, demokrasi, özgürlükler gibi kavramları selefleri gibi göstermelik dahi olsa “pazarlıklarına” katmayan, tamamen güç ve kudret temelinde yabancı ülkelerle ilişki kuran sığ bir zihniyete sahip. Gelgelelim, RTE tüm kartlarını Trump’ın güçlü liderlerle çalışmayı tercih etmesi varsayımı üzerine kuruyor. Kendi ülkesini yönetmekte güçlük çeken, uyguladığı politikaları halkına bile kabul ettiremeyen, sallantıda bir cumhurbaşkanı imajı önümüzdeki dönemde Trump’ın da gözünden düşmesine, güvendiği dağlara kar yağmasına yol açabilir.
7- Zamanlamanın Avrupa’nın Türkiye’ye en fazla gereksinim duyduğu bir kavşağa getirilmesi de ilk anda bir avantaj gibi görünüyor. AB’nin kendi savunma güvenliğini sağlamak için yola çıktığını, bu doğrultuda kayda değer bütçeler ayırdığını biliyoruz. Türkiye NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip. Avrupa ülkelerindeki en büyük eksik, cepheye sürecek asker yetersizliğini kapatacak bir insan gücü tedariki de yapabilecek potansiyelde. Savunma sanayisi de AB’nin silah ve mühimmat açığını belli segmentlerde kapatacak bir düzeye ulaşmış durumda. Üstelik elinde 5 milyon kişiyi aşan bir mülteci kozunu da tutuyor. Gelgelelim bu kadar aşikar biçimde burjuva demokrasisini ayaklar altına alan bir rejimi Brüksel de kolayca tolere etmeyecektir. Solun elindeki 20 metropol kentin belediye başkanının İmamoğlu’na desteği bir başlangıçtır. Aslında İtalya dışında hiçbir büyük Avrupa ülkesinde aşırı sağ hükümetler bulunmuyor. Ayrıca Trump’la ittifak içerisindeki faşist, ırkçı partilerin İslam, azınlık karşıtlığından beslenmeleri olgusu da RTE’ye koltuk çıkma anlamında bir dezavantaj oluşturuyor.
8- Hemen ilk günden fırlayan dövizle, kısa sürede yükselen tahvil faizleri ve çakılan borsa endeksiyle, piyasa operasyonlara sert tepki verdi. Şimşek’in uyguladığı “rasyonel” politikaların ana ekseni, yüksek faizlerle sıcak parayı çekmek, böylelikle hem döviz rezervlerini tahkim etmek hem de TL’nin döviz karşısındaki değer kaybını enflasyonun altında tutarak fiyat artışlarını dizginlemek üzerine kuruluydu. Daha ilk günlerden 20 milyar doların üzerinde bir rezerv kaybı yaşandı. Daha keskin bir çöküş, çeşitli mekanizmaların devreye sokulmasıyla; gecelik faizlerin yükseltilmesi, uzlaşmalı döviz satışı, döviz depo işlemleri, en son da likidite senetleriyle önlenmeye çalışılıyor. Ama bunların hepsi yüksek faiz anlamına geliyor. Bu da önümüzdeki aylarda ekonominin daha da boğulması, yatırımların iyice durması, talebin yavaşlaması, ekonominin durgunluğa sürüklenmesi, işsizliğin patlaması demektir. Ayrıca 2023 seçimleri sonrası uygulanan reçete, dövizle borçlanmayı teşvik etti, özel sektörde hızlı bir kur oynamasıyla iflaslara yol açacak bir döviz açığı ortaya çıktı. Böyle bir güvensizlik ortamında, pek de olası görülmeyen devasa bir döviz girişi seçeneği dışında ekonomiyi rahatlatacak bir çıkış yolu görülmüyor.
9- Aynı Gezi direnişindeki gibi, insanları sokaklara döken tek bir neden yok. Hukuksuzluklara, adaletsizliklere, mağdur edilen İmamoğlu simgesiyle itiraz etmenin yanına, giderek yaşam koşulları kötüleşen, hayat pahalılığı altında ezilen emekçilerin, sefalete sürüklenen emeklilerin, borç yükünün yaşamlarını zindana çevirdiği kredi kartı borçlularının isyanı ekleniyor. Gençlerin duyduğu gelecek kaygılarının, liyakatin yandaşlık ilişkileri, tarikat-cemaat bağları karşısında hiçe sayılmasına karşı tepkilerinin de protestolarda kayda değer bir rolü bulunduğu yadsınamaz. 2014 Gezi sürecinde enflasyon yüzde 7,5’e kadar inmiş, Türkiye yatırım yapılabilir ülke statüsüne yükselmişti. Dolayısıyla iktidarın elinde ekonomik bir manevra alanı vardı. Bugün ise geniş halk kitlelerinin yaşam koşullarını düzeltecek, tepkilerini soğuracak ekonomik hamleler yapmaları olanaksız. O nedenle, önümüzdeki günlerde kaçınılmaz biçimde yükselecek enflasyonun da etkisiyle insanların yoksulluğu, mutsuzluğu, buna bağlı olarak da düzene tepkileri artacak.
10- Önümüzdeki günlerde toplumsal muhalefet sadece proteste eylemleriyle yetinemez. Geniş bir mutabakatın sınırlarını da göz önüne alan, çok temel taleplerin yükseltilmesi de yaşamsal önemde. Birinci madde doğaldır ki, ”İmamoğlu’ndan Demirtaş’a, Özdağ’dan, Atalay’a” uzanan tüm siyasi mahkûmların serbest bırakılması olmalıdır. Bunun yanına emeklilerin durumlarının düzeltilmesi, kredi kartı borçlarının faizlerinin affı/takvimlendirilmesi, işten çıkarmaların yasaklanması gibi ekonomik-sosyal boyutlu talepler eklenmelidir. Yandaş firmalar karşısında tüketimden gelen gücün kullanılması yanında üretimden gelen gücün de harekete geçirilmesi de büyük önem taşıyor. Meydanlarda açığa çıkan kolektif enerjinin işyerlerine, okullara, mahallelere taşınması, buralarda demokratik karar mekanizmalarına dayanan kalıcı örgütlenmelerin yaratılması da görev bilinmelidir. Böylece bu iktidarın uğurlanması şenlikli bir biçimde; şarkılarla, yaratıcı sloganlarla, ince bir mizahla hızlandırılabilir.